Neslihan, banyodan çıkıp mutfağa gitti. Fincanına kahve döktü. Şeker katmazdı, biraz süt döker hepsi o kadar. Kahvesini yudumlarken akşamdan sardığı sigaralardan birini yaktı. Aklına annesi geldi tekrar. ‘’Lanet olsun senin gibi anneye!’’ dedi farkında olmadan sesli bir biçimde. Neslihan henüz on üç yaşındayken Serkan diye bir erkek arkadaşı olmuştu. Nasıl olmuşsa annesinin bu durumdan haberdar olmuştu. Büyük olay çıkarmıştı. On üç yaşında bir kızın flörtünden nolurdu diye düşündü. Bunun için evde büyük fırtınalar koparmaya değer miydi? O günden sonra Neslihan diye seslenmiyordu annesi kendisine. Kız Orospu diye çağırıyordu sürekli. Neslihan bu aşağılanmayı hazmedemiyordu. Odasına çekilip yorganın altında saatlerce ağladığı oluyordu. Bir anne nasıl bu kadar acımasız olabilir diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Neslihan doğuştan esmer tenliydi. Annesi, bu baba tarafına çekmiş diye dışlıyordu adeta onu. Oysa ablası Gülhan öyle miydi? O annesinin beyaz tenli meleği...
Her şey farklı olsun isterim ama hayat hep dalgasını geçer bu tür hesaplarla. Ruhum çok sevişmiş ama hiç okşanmamış bir kadın bedeni gibi... Çocukluğun gerçek mutluluğu olan ana şefkatini tatmamış biri gibiyim. Ne güzel bir şeydir bir insanın, insanlardan önce kendine verdiği öğütler ve hatırlatmalar. Uygulaması asla olmayan bir şeydir. Bir gün bu oyunu senin kazanabileceğini hep kendime söylemişt im aslında. Belki bu hayat oyununu oynamasını bilemedim ama hayallerimi yine de esir etmeyeceğim sana. Senin anlamadığın tek şey: İnsan bir yürek, bir gönül için kendini feda etmesini de bilmeli. Ben bunu yaptım ama kaybettim. Sen kazandın belki ama ben haklıydım. Hayat benim hayal ettiğim gibi daha güzel. Her insanı hayata bağlayacak bir şeyler olmalı. Şimdi zafer kazanmış komutanlar gibi karşımda durup, beni hayata bağlayan en son şeyi, hayallerimi elimden almaya kalkıyorsun. Bu edep dışı zaferini vicdanımda belki yargılamayacağı...
Vatandaş olarak hepimizin başının üstünde bir sarkaç sallanıyor. Bu sarkaç, kah gülle gibi ağır, kah kılıç keskin oluyor. Vuruyor yıkıyor, kesiyor kanatıyor. Geriye kalan sessizliğe terk edilmiş bir acı. Ama inanıyorum ki kalp var artık zulümden önce. Allah'ın hükmü, kulun hakkı var. Bir de Hakkın dönüp boyunlara vurduğu mahşer yeri var. Ve bizi asla terk etmeyen hafızamız var. Bu hafıza gün olur Dersim'i hatırlatır, gün olur başka bir toplumsal acıyı. // Mahir Demir'e mektubumdur... - Oğuz Ağca / 14.03.2010
Yorumlar
Yorum Gönder