Yeryüzünde yoktan bir cennet parçası yaratmak


 Bu sayfayı bugün şehrin keşmekeşinden sıkılmış, doğayla bütünleşmek isteyen ve en önemlisi çocuklarına bir cennet bahçesi bırakmak isteyen; bir kaç yıla yayılan azim dolu bir hikayesi olan bir kadın doğum uzmanına bırakmak istiyorum. Yazı biraz uzun ama emin olun bir solukta okumak isteyeceksiniz.



Değerli ceviz dostları,

Ankara Polatlı’da oluşturduğum ceviz bahçesinin kuruluş ve gelişim öyküsünü sizlerle paylaşmak isterim. Bu sayfaların ceviz sevdasına kapılmış ve bahçe kurma hayali veya niyeti olan pek çok kişiye yol gösterici olacağını düşünüyorum.

Öncelikle kendimi tanıtayım: Ankara’da oturan, 54 yaşında, kamuda çalışan, Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanıyım. Ankara Fen Lisesi ve Hacettepe Tıp Fakültesi mezunuyum. Profesyonel seviyede İngilizce biliyorum. Evli ve 1 çocukluyum. Eşim kamuda dişhekimi, oğlum Kerem 13 yaşında.

Bu satırları kaleme almamın asıl nedeni , bir gün oğlum yetişip bu bahçenin yönetimini ele aldığında geçmişinin nasıl olduğunu öğrenebileceği bir kaynak oluşturmaktı. Ama yazdıkça fark ettim ki yarı belgesel, yarı hikaye formatında yazılmış bu yazı, oğlumdan önce başkalarına da faydalı olabilir, ceviz bahçesi kurmaya niyetlenen kimi girişimcilere katkı sağlayabilirdi. Türkiye, yeterince araştırılmadan, bilgilenilmeden, yeterince emek ve para sarf edilmeden, alelacele kotarılmış ve doğal olarak da başarısız olununca kendi haline terk edilmiş meyve bahçeleri mezarlığıydı. Zaman zaman bir furya esiyor, herkes bodur elma yetiştiricisi oluyor, bir süre sonra nar çok para edecek deniyor, her yer nar bahçesine dönüyordu. Altı yedi yıl sonra narlar dalda kalıp para etmez olunca güzelim ağaçlar sökülüp başka bir ürüne geçiliyordu. Bu, hem kişisel umutların, zamanın ve paranın kaybı, hem çok ciddi bir milli servet israfıydı.
Forumda ceviz sayfalarını okudukça bu işe niyetlenen insanların çokluğu karşısında hayrete düştüm. Fidancıların abartılı verim ve gelir senaryoları, iyice küçültülen bahçe kuruluş masrafları, kolayca alınıverilecek devlet destekleri insanların kısa yoldan köşe dönme dürtülerini pompalıyor ve yeni kişisel yıkımlara zemin hazırlıyordu.

Bu yazıyı forumda okuduktan sonra bu iş için gereken bilgiyi, emeği, zamanı ve parayı sağlayamayacağını öngörerek henüz başlamadan vazgeçen bir kişi bile olursa bu yazı amacına ulaşmış olacak ki, bir kişinin bile yıkımını önlemek bu çabaya değer. Bu işi layıkıyla yapacak olanlara ise; eğer bu yazı daha önce dikkatlerinden kaçmış tek bir bilgi kırıntısı bile verebilirse bana yeter.

Forum izleyenlerince rahatça ve sıkılmadan okunabilmesi için her gün birkaç sayfa ekleyecek ve yazıyı bir iki haftada bitireceğim. Yazının tamamlanmasının ardından tüm ceviz dostlarının görüş ve fikirlerini bekliyorum.



ceviz bahçeleri ile ilgili görsel sonucu

Beş yıl kadar önce emekli olunca ne yapacağımı düşünmeğe başladım. Özel Muayenehane veya özel hastanede çalışma fikri hiç cazip gelmiyordu. Stresten uzak, toprakla ve doğayla barışık bir hayatı özlüyordum. Belki emekli orman yüksek mühendisi olan babamdan gelen soyut bir ağaç sevgisi vardı içimde ama, hayatım boyunca pratiğe dökülmemişti. Değil bir ağaç, hayatımda saksıda bir çiçek bile yetiştirmemiştim.

Küçük de olsa bir özel orman kurma fikri kafamda öteden beri var olan bir hayaldi. Oğluma, ülkeme hatta insanlığa bırakabileceğim en güzel mirasın yoktan var edilecek bir orman olduğunu düşünüyordum. Ama böyle bir faaliyetin maddi yükünü karşılayabilmem ne yazık ki mümkün görünmüyordu. O sıralarda devletin özel ağaçlandırmayı teşvik etmek için birtakım yasal düzenlemeler yaptığını, hatta devlet arazilerinin bu işe tahsis edilebildiğini biliyordum. Ama orman denince aklıma nedense hep ibreli türler geliyor, anlamlı bir getirisi olmayan bu türlerle yapılacak bir ağaçlandırmanın idamesinin emekli maaşımla mümkün olamayacağını görüyordum. Badem ve ceviz gibi gelir getirici türlerle de ağaçlandırmanın teşvik edildiğini öğrenmek benim için bir dönüm noktası oldu. Bu imkan, böyle bir özel ormanın oluşturulması ve uzun vadeli idamesi için gereken kaynak sorununu halledebilirdi.

Önce okuyup araştırmaya başladım. Bir süre sonra ceviz yetiştiriciliğinin hem özel orman kurma hayalimi gerçekleştirebileceğine, hem hep özlediğim doğa içinde, toprakla, rüzgarla, suyla haşır neşir bir yaşam tarzını sağlayabileceğine, hem de emeklilikte ailemi geçindirebileceğim iyi bir getirisi olabileceğine aklım yatmıştı. Yaşım 49’du ve daha fazla gecikmemeliydim. Hayatıma yeni bir motivasyon gelmiş, uzun zamandır yaşadığım bezgin ruh hali silinmiş, içim pozitif enerjiyle dolmuştu.

Kararımı verdikten sonra arazi arayışı başladı. Kısıtlı bir özkaynakla yola çıkacağım için öncelikle Özel Ağaçlandırma Yönetmeliği çerçevesinde hazineden arazi kiralama veya Orman Bakanlığı’ndan bozuk ormanlık alan tahsisi için araştırmalara başladım. Orman Bakanlığı’nın vereceği Özel Ağaçlandırma teşviği de bütçeme biraz katkı sağlayacaktı. Milli emlak, Orman Bölge Müdürlüğü, belediyeler, Tarım İlçe Müdürlükleri, Tapu Kadastro Müdürlükleri ve özel harita büroları arasında mekik dokuyarak ve bir yandan da mevzuatı hatmederek, Türkiye’nin traji-komik bürokrasisine karşı sabırla ve inatla savaşarak, geceleri google earth’te saatlerce uygun arazi arayarak, hafta sonları bulduğum yerlere fiilen gidip dolaşarak, köy köy muhtarlarla konuşarak, çok okuyup çok danışarak 2 yıl geçirdim.


Son dönemde artık Ankara merkezinde arazi bulmanın imkansızlığını anlamıştım. Ankara’ya en yakın ilçe Polatlı idi. Evime yakınlığı ve ulaşım kolaylığı yönünden hedefi daraltarak Polatlı köyleri üzerinde yoğunlaştım. Bir ara Sakarya nehri kenarındaki bir köyde çok uygun fiyatla arazi bulmuş, sulama borularının yanıbaşındaki bu tarla hakkında danışmak üzere Polatlı İlçe Tarım Müdürlüğü'ne gitmiştim. Burada görevli Ziraat Mühendisi Sn. Burhanettin Sütçü ile tanıştım. Burhanettin Bey bana orada ceviz ağacının çok güzel yetişeceğini, ama meyve alamayacağımı söyledi. Orası Polatlı'nın en düşük rakımlı bölgesiydi ve her sene dondan etkilenirdi.

Burhanettin Bey’in yakın ilgisi ve sağlıklı yönlendirmeleri sayesinde arazi seçiminin ne denli önemli olduğunu kavramıştım. Ceviz benim istediğim yerde olmuyordu. Onun istediği yeri benim bulmam ve oraya gitmem gerekiyordu. İç Anadolu’nun karasal ikliminin hakim olduğu 850 rakımlı Polatlı Ovası’nda düzlük arazide kurulu sınırlı sayıdaki ceviz bahçeleri her yıl don vurmasından dolayı doğru dürüst ürün vermiyorlardı. Soğuk hava yukarıdan aşağıya hareket ediyor, düzlük ve taban bölgelerde en büyük tahribatı yapıyordu. Bu bölgede sağlıklı bir bahçecilik için olmazsa olmaz 1. Şart en az 1000 metre ve üzeri bir rakımda konumlanmaktı. Bu şartı sağlayan sadece birkaç köy vardı. Hedefi biraz daha daraltmış, bu köyleri dolaşmış, muhtarlarıyla tanışmıştım.

Arazi için 2. Şart ‘ölçek ekonomisi’ne uygun büyüklükte olmasıydı. Sn Yaşar Akça ısrarla bu işin ekonomik olarak rantabl ve rekabetçi olarak yapılabilmesi için bahçelerin en az 100 dönüm ve üzerinde olması gerektiğini söylüyordu. Arazi mümkünse tek parça olmalıydı. Oysa araştırma yaptığım bölgelerde sahipli araziler miras yoluyla çok bölünmüş, 5-10 dönümlük parçalar halindeydi. Bozuk ormanlık alanlar da küçük öbekler halinde ve birleştirilemeyecek konumdaydılar. Köylüler tapulu arazilerini satmıyor, kullandıkları hazine arazilerinin devri için fahiş fiyatlar istiyorlardı. Benim aradığım ölçekteki hazine arazilerini işleyen köylüler zaten genellikle köylerin en zenginleriydi ve onlar devretmeyi hiç düşünmüyorlardı bile. Hasılı işim zordu.

Arazinin topoğrafyası ve mikrokliması da bir o kadar önemliydi. Karasal iklimde ceviz yetiştiriciliğinin önündeki en büyük handikap don riski idi. Bir süre önce Denizli’de cevizcilik yapan Genel Cerrahi uzmanı emekli ağabeyle konuşmuştum. Kendisi Türkiye’de ilk chandler bahçesini kuran, ilk ceviz silkeleme makinesini yapan kişiydi. Bana koca bir ceviz bahçesini don çukuru oluşması nedeniyle kaybettiğini, yıllanmış ağaçlarının bir gecede yandığını anlatmıştı. Denizli gibi ılıman iklimli bir bölgede dahi bu felaket yaşanabiliyorsa, şiddetli karasal iklimin hüküm sürdüğü bir bölgede iş asla şansa bırakılmamalıydı. Benim tek atımlık bir barutum vardı ve onu doğru yerde kullanmam gerekiyordu.

Arazi İç Anadolu’da vejetasyon süresinin kısalığı nedeniyle yeterli güneşlenme için tercihan güney cepheli olmalı, soğuk havanın rahatça akıp uzaklaşabilmesi için yeterli eğime sahip olmalı, ama bu eğim traktörün rahat çalışabilmesini engellemeyecek düzeyde olmalıydı. Esintili bir bölgede bulunması, sürekli ve yeterli bir hava akımının olması hem don riskini azaltma hem döllenmenin sağlanabilmesi için gerekliydi. Yeterli toprak derinliğinin bulunması, yüzeye yakın taban suyu olmaması, toprak yapısının uygun olması da bu işin olmazsa olmazlarıydı.

3. Önemli şart yeterli ve uygun nitelikte sulama suyunun bulunmasıydı. “Su yoksa ceviz de yoktur!” Nitekim Orman Bakanlığı da ceviz ağaçlandırması için tahsis ve teşvik vereceği projelerde artık tankerle sulamayı kabul etmiyor, arazide su bulunmasını şart koşuyordu. Polatlı gibi yağışı az, su kaynaklarınca fakir bir bölgede, üstelik bölgenin en yüksek rakımlı yerlerinde bu kaynağın bulunabilmesi hiç kolay değildi.

Bunlar da yetmiyordu, arazinin ‘ulaşılabilir’ olması gerekiyordu. Gerektiğinde büyük kamyonların, iş makinelerinin de kullanabileceği, benim de yaz kış bahçeye ulaşabileceğim güvenilir bir yol gerekiyordu. Arazi araştırdığım dağ köylerinde birçok araziyi sırf doğru dürüst bir yolu olmadığı, diğer tarlaların arasına hapsolmuş olduğu için elemek zorunda kalmıştım. “Ulaşamadığın yer senin olamaz!”

Bir diğer önemli faktör de işgücü temini idi. Düşündüğüm ölçekteki bir bahçenin işlerini fiilen benim yapamayacağım aşikardı. Bahçemi emanet edebileceğim düzgün, güvenilir, çalışkan, işten anlayan eleman gerekiyordu. Araştırdığım dağ köyleri ise tarımın içler acısı hali yüzünden sürekli göç vermiş ve nüfusları iyice azalmıştı. Köylerde oturmaya devam edenler ya nispeten büyükçe arazi sahipleri ya da elden ayaktan düşmüş yaşlılardı. Gençlerin neredeyse tamamı büyük merkezlere göç etmişti. Köyler enkaza dönmüş metruk evlerle doluydu. Muhtarlara, bana arazi bulurlarsa köylerinden bir veya iki gence sürekli iş vereceğimi, sigortalarını da yapacağımı söyledim. Sabit, sürekli bir maaş ve sigortanın bu insanlar için ne kadar önemli olduğunu artık biliyordum.

Bu süreç zarfında Orman Bölge Müdürlüğü’ne en az üç dört defa değişik bölgelerdeki bozuk orman alanları için başvurmuş, her bir denemede aylar süren bürokratik işlemlerden sonra bir noktada tıkanıp kalmış, duvara toslamış ve eli boş dönmüştüm. Ama inadım inattı. Vazgeçmeyecektim!

Nihayet 2011 Nisan ayında Burhanettin Bey’den bir telefon aldım. Polatlı’nın en fakir, en az nüfuslu ve en yüksek rakımlı köyü olan Avşar’ın muhtarı kendisini aramış ve “Doktor Bey için uygun bir arazi çıktı, gelip baksın” demişti. Burhanettin Bey arazinin hazine arazisi olduğunu, istediğim ölçekte olmamasına rağmen (elli küsür dönümdü) başlangıç olarak kiralayabileceğimi, sonra zamanla sınırındaki küçük tarlaları satın alarak genişletebileceğimi söylüyordu.

Hafta sonunu iple çektim. Avşar köyü Polatlı’nın Çile Dağı zirvesine yakın konumlanmış, çok küçük bir orman köyü idi. Polatlı’ya Ayaş yönünde 25 km uzaklıktaydı. Anayoldan 5 km’lik şose bir yolla köye ulaşılabiliyordu. Sapakta yer alan komşu köyde önemli sayıda yetişmiş ceviz ağacı vardı. Polatlı’nın o zaman asfalt olmayan tek köy yolu Avşar’ınkiydi. Köy halkının tamamı Boşnak göçmeniydi. Yazın 10 hane kadar oluyorlardı. Kışın sadece 5 hane kalıyordu. Çoğu birbiriyle akrabaydı. Aralarına o zamana kadar hiç yabancı almamış, saf, temiz, açık görüşlü, çalışkan ve misafirperver insanlardı. Muhtarlarıyla ilk tanıştığımda ceviz bahçesi kurmak istediğimi öğrendiğinde söylediği bir cümleyi unutmamıştım: “50 yaşındayım, bizim köyde cevizlerin dondan etkilendiği, meyve vermediği tek bir yıl bile hatırlamıyorum.” demişti.

Çile dağı volkanik bir dağdı ve anakaya bazalt idi. Daha önceden birkaç kez bölgede dolaşmış olduğumdan topraklarının yüzey taşlılığı fazla, siyah - koyu kahve renkli, nispeten verimli topraklar olduğunu biliyordum. Köyün konumlandığı Çile Dağı’nın kuzey cephesi tamamıyla meşelikti. Birçok yabancı kaynakta “Meşe yetişen yerde ceviz olur” dendiğini okumuştum. Köyün ortasında devasa bir ceviz ağacı dikkatimi çekmişti. Muhtarın evinin bahçesinde de 5-6 yaşlarında, yaşlarına göre iyi gelişmiş ve üzerleri meyve dolu ceviz ağaçları görmüştüm. Muhtar onların tohumdan yetişme cevizler olduğunu, türlerini bilmediğini söylemişti.

Hafta sonu Burhanettin Bey’i alarak köye, oradan da muhtarı alarak araziye bakmaya gittik. Daracık bir patika yoldan gidiyorduk. Önümüzden keklikler havalanıyor, tavşanlar kaçışıyordu. Muhtar bu yolun aslında kadastro yolu olduğunu, zamanla tarlalardan taşmalarla daraldığını ama tekrar greyderle genişletebileceğimi söylüyordu. 1.5 kilometre kadar gittikten sonra arazinin en üst noktasına ulaştık. Üzerinde yer yer meşeler, yabani armut ve erik ağaçları olan, yönünü tamamen güneye dönmüş, çevreyi kuşbakışı gören, kartal yuvası gibi hakim konumda bir yerdeydim. Manzara çok güzeldi. Arazi %8-12 arasında bir eğimle aşağı inip kurumuş bir eski dere yatağında sonlanıyordu. Köyden 100 metre daha yüksekteydik ve elimdeki GPS cihazı rakımı 1200 gösteriyordu. Köydeyken mevcut olmayan sürekli bir esinti burada kendisini hemen hissettiriyordu. Muhtar burada yaz kış bu esintinin hep devam ettiğini söylüyordu. İlk anda “burada sık dikim yapsam dahi antraknoz problemi olmaz herhalde” diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Name:  uzak çekim (2).jpg
Views: 13294
Size:  28.4 KB



Topoğrafik olarak arazi aradığım tüm şartları sağlıyordu. İlk görüşte kanım kaynamıştı. Burhanettin Bey bölgeyi iyi bildiği için toprak derinliğinin yeterli olduğunu, toprak yapısının da cevizciliğe uygun olduğunu söylüyordu. Ulaşım problemi de halledilebilir gibi duruyordu. Gerçi henüz su yoktu, elektrik yoktu, ve doğrusu bu kadar yoğun bir taşlılık beni biraz ürkütmüştü ama, içimden bir ses “bu sefer doğru yerdesin” diyordu.

Name:  kahverengi bahçe.jpg
Views: 13479
Size:  56.1 KB



Sonra arazinin hikayesini öğrendim. Köylülerden Murat adlı bir gencin babası uzun yıllar bu arazide, hazine ile sözleşmesi olmadan işgalci olarak tarım yapmış, yakın zamanda vefat etmişti. Murat köyde eşi, bir çocuğu ve dul annesiyle oturan otuzlu yaşlarında bir adamdı. Kardeşi ve annesiyle ortak sahip olduğu 30 dönümlük bir tarlası ve köyde kendisinin inşa ettiği evi dışında malvarlığı yoktu. Traktörü olmadığından diğer köylülerden traktör kiralayarak bu tarlanın sürmesi nispeten kolay olan alt bölgelerini sürüyor, ama hazineye her yıl tarlanın tamamı için ecrimisil ödemek zorunda kalıyordu. Bu arazi eğiminden, hiç ayıklanmamış iri taşlarından, traktörle işleme zorluğundan dolayı birçok köylü tarafından buğday tarımı için makbul bulunmuyordu. Köylüler Murat’a “O tarladan ne köy olur ne kasaba” diyorlardı. Murat , ödünç traktörle işleyebildiği alt bölgelerden iyi verim alıyordu ama buğday para etmiyor, hazineye borçlar birkaç yıldır ödenemiyor, üzerine faiz biniyordu. Asgari ücretle ve sigortalı olarak sürekli iş verecek bir doktorun köyde arazi aradığını muhtardan duymuş, bu fırsatı kaçırmak istememişti. Bu vesileyle kendisine yük olan bu hazine arazisinden de kurtulmuş olacaktı.

O akşam ben, muhtar, Burhanettin Bey, ve Murat muhtarın evinde toplandık. Murat ‘ın birikmiş ecrimisil borçlarını kapatmam, köyde annesi için yapmakta olduğu eve bir miktar katkıda bulunmam ve tahsisi alarak dikime geçmeyi umduğum Kasım ayından itibaren asgari ücretini ve sigortasını başlatmam karşılığında araziyi bana devretmesi konusunda anlaştık. Murat bir de emekli olana kadar iş garantisi istiyordu. Ona kimsenin geleceği bilemeyeceğini, böyle bir garanti veremeyeceğimi, ama bana yanlış yapmadığı sürece zaten kendisinden başkasını çalıştırmayı düşünmeyeceğimi anlattım. İkna olmuştu. Arazi, hazineden satın almağa kalksam vereceğim meblağın onbeşte biri kadar bir ödemeyle bana geçecekti. Daha önemlisi bir taşla iki kuş vurmuş, çalışacak güvenilir adam konusunu da halletmiştim. O zamanlar daha Murat’ı yakından tanımadığım için, ne kadar isabetli bir seçim yaptığımın henüz farkında değildim. Murat hakkında daha sonra biraz daha geniş yazacağım için şimdilik tekrar öyküye dönüyorum.

Hemen harekete geçtim. “Deli Remzi” lakaplı, çok güvendiğim bir jeoloji mühendisini hafta sonu araziye götürmek üzere anlaştım. Türkiye’nin her yerinde yüzlerce sondaj etüdü yapmıştı ve konusunda adeta bir efsane idi. Bademcilik yapan bir arkadaşımın arazisinde daha önce suyu o bulmuş, kaç metreden çıkacağını metresi metresine önceden söylemişti. Jeofizik ölçümleri için kullandığı alet edevat ve iki adamıyla araziye gittik. Çevreyi dolaştı, tarlayı inceledi, sonra kurumuş dere yatağına çok yakın olan tarlanın en alt sınırında bir nokta belirleyerek ölçümlerine başladı. Bir yandan da bana çeşitli bilgiler veriyor, 15 kilometre ötedeki Malıköy bölgesindeki tüm sondaj kuyularından acı su çıktığını ve sulamada kullanılamadığını, ama burada anakayanın bazalt olması nedeniyle eğer su varsa tatlı su çıkacağını söylüyordu. Bir süre sonra müjdeyi verdi: 50 metre aşağıda büyük bir tatlı su rezervi vardı. O noktada 10 metrelik bir yarma yaparak keson kuyuyla da su alabileceğimi, masrafı azaltmak için önce onu denememi önerdi. Bu arada arazinin en yüksek noktasından da ölçümler yaparak profil kesitini çıkarmıştı. Tüm arazide toprak derinliğinin, arada hiçbir blok kaya olmaksızın 30 ila 50 metre arasında devam ederek anakayaya ulaştığını söylüyordu. Bu bilgi benim için önemliydi çünkü yüzeye yakın blok kaya olmadığını görebilmek için birçok derin profil açma zahmetinden beni kurtarıyordu. Ceviz için bizim kitaplar 3-3.5 metre toprak derinliği öneriyordu, ama bu arazi çok daha fazlasını vaat ediyordu.

Artık arazi için başvurabilirdim. Ertesi gün Murat, annesi ve erkek kardeşiyle Polatlı Malmüdürlüğü’nde buluştuk. Malmüdürlüğü, onların resmi bir sözleşmesi olmaması, işgalci konumda olmaları nedeniyle bir feragatname imzalamalarının sözkonusu olmadığını, benim direk başvuru yapabileceğimi söyledi. O gün Özel Ağaçlandırma için tahsis dilekçemi verdim. Tarih 12.04.2011 idi.

Rakım, topoğrafya ve su şartları sağlanmıştı. İşgücü de şimdilik tamamdı. Ama henüz ölçek ekonomisi için yeterli toprak büyüklüğü yoktu. Asıl araziyi hazineden kiralayacak olmam nedeniyle satın alma işine bir miktar maddi kaynak ayırabilecektim. Komşu tarlalardan en az 10 dönüm ve üzeri olanlardan satın almaya karar verdim. Bunun birkaç sebebi vardı:

Birincisi dediğim gibi ‘ölçek ekonomisi’ni yakalayabilmekti. Ölçek ekonomisini tutturmayan işletmelerin maliyetlerini düşürüp rekabetçi bir ortamda pazara mal sunmaları mümkün olamayabilirdi. Küresel bir dünyada, ithalatın serbest olduğu bir ülkede yaşıyorduk . Teknolojik ve toprak büyüklüğü olarak bizden fersah fersah ileride olan ülkelerin çiftçileriyle yarışmak zorundaydık. Rekabetçi olamamak demek, ürünün elde kalması veya maliyetinin altında bir fiyatla satılarak zarar edilmesi demekti. Cevizcilik artık öyle bir meşgale idi ki, ya hobi amaçlı olarak ve gelir beklemeden üç-beş dönüm arazide yapılacak, ya da bu işten gerçekten ekonomik getiri bekleniyorsa ölçek ekonomisi tutturulacaktı. Arada derede kalan toprak büyüklüklerinde, hele de planlanan verim alınamıyorsa uzun vadede zarar riski olabilirdi. Benimse bir bahçeyi, zararını cebimden finanse ederek idame ettirebilecek gücüm yoktu.

İkincisi köyde gelip geçici, yabancı bir kiracı değil, kalıcı olduğumu, artık o köyden biri olduğumu köylüye göstermek istiyordum. Bu, tahsis sürecinde önemliydi. Çünkü o zamanki mevzuata göre özel ağaçlandırma yapma talebim köyde askıya çıkarılacak, o köyde oturanlardan herhangi birisi araziye talip olursa öncelik onun olacaktı. Eğer tapum olursa kimsenin beni, bana arazisini satan köylü vatandaşı, yanımda çalışma sözü alarak hazine arazisini bana devredecek olan Murat’ı, bana söz vermiş ve arazi için aracı olmuş bulunan muhtarı kırma pahasına araziye talip olmayacağını düşünüyordum. Böylesine küçük yerlerde ilişkiler çok önemliydi ve ben artık hiçbir şeyi şansa bırakmamaya kararlıydım.

Üçüncü neden, en az 10 dönümlük tapulu bir arazide kurulacak kapama ceviz bahçesi için hem Orman Bakanlığı’ndan hem Tarım Bakanlığı’ndan hibe ve teşvik alabilme imkanıydı. Hesaplarım, tarla bedelinin yarısının daha sonra devletten alınabileceğini gösteriyordu.

Dördüncü neden de hazine arazilerinde yapılaşmanın arazi büyüklüğünün binde birini geçmesine izin verilmemesiydi. Bu da 51 dönümlük arazide 51 metrekare anlamına geliyordu ki bu kadar dar bir alana hangar-depo, konteyner, ceviz serme ve kurutma alanı, gerekirse küçük bir ev konumlandırmak mümkün değildi. Oysa Özel Ağaçlandırma kapsamındaki tapulu arazilerde yapılaşma izni %6 idi ve bir ceviz tesisi için gerekebilecek yeterli alanı sağlayacaktı.

Orman Bakanlığı’na proje onaylatıp hazineden arazi tahsisini sağlamanın ve Özel Ağaçlandırma teşviğini almanın ne kadar zor bir süreç olduğunu iyi kötü biliyordum. Bu bürokratik süreci sadece bir kez yaşamak için araziye sınır komşusu olan küçük tarlalardan satın alabileceklerim varsa hemen şimdi alıp, hepsi için bir kere uğraşayım dedim. Sonradan yıllar içinde alınacak tarlaların arazi hazırlığı, çitleme , fidan dikimi işleri de ekonomik olmayacaktı. Murat’la araziye sınırı olan köylülere haber saldım. Hiçbirisi satmaya yanaşmadı. Zaten bu Boşnak köyünde o tarihe kadar yabancılara tek bir arazi satışı dahi yapılmamıştı. Bir de sınır tarlalarının neredeyse tamamı çok hisseliydi. Hissedarların kimi ölmüş, kimi başka şehirlere göçmüştü. Veraset işlemleri yapılmadan ve bunun için önemli bedeller ödenmeden satışları hukuken ve pratik olarak imkansızdı. Bir tek kuzey sınırı boyunca uzanan tarla tek hisseliydi ve muhtara aitti. 11 dönüm kadardı. Muhtar o sırada banka kredisiyle traktörünü yenilemişti ve sanırım biraz sıkışık durumdaydı. Ben de bu araziyi bulmamdaki katkısından ve aracılığından dolayı ona olan minnet borcumu usulünce ödeyebilmek için bir fırsat arıyordum. O zamanki piyasa değerinin biraz üzerinde bir fiyatla tarlasını satın almayı önerdim. Kabul etti. Haziran ayında tarlayı satın almış, bu vesileyle hem gönül borcumu ödemiş, hem de artık bu köyün yerlisi olmuştum.



Kısa ve orta vadede daha fazla genişleme imkanım yoktu. Bahçe bu kadardı. O zaman ben de ölçek ekonomisine çit dikimi yaparak yaklaşmaya karar verdim. 62 dönümlük bahçeye 8x4 dikimle dikebileceğim fidan sayısı, 8x8 olarak klasik dikilmiş 124 dönümlük bir bahçeye denkti. Üstelik sürme, gübreleme, ilaçlama gibi faaliyetlerin yarı yarıya küçük bir arazide yapılacak olması özellikle mazot maliyetlerinde önemli avantaj sağlayabilirdi. Çit dikimi meselesine daha sonra ayrı bir yazıda geniş olarak değineceğim.

Muhtarın tarlasını aldıktan sonra ilk iş olarak bir paletli kepçe kiralayarak iki tarla arasındaki, üst üste yığılmış taşlarla yapılmış, köylülerin an dediği sınırı kaldırttım, taşları saha dışına çıkarttırdım. İki tarla arasında bir öbek halinde uzanan kimisi kurumuş on beş kadar bodur meşeyi de, içim biraz kan ağlayarak da olsa kökleterek kaldırttım. Tarlalar arasındaki 1 metre civarındaki kot farkını her iki tarafa yedirterek yok ettim. Artık iki tarla birleşmiş, 62 dönümlük müstakbel bahçem ortaya çıkmıştı. Tarladan köye uzanan 1200 metrelik daracık, taşlı patika yolu da kepçeye açtırarak kadastro yolu genişliğine getirdim ve düzleştirdim. Artık ‘ulaşılabilir’ bir yolum da olmuştu, ama benim emektar Passat için değil. O hafta sonu Passat’ımı satarak 2004 Model LPG’li Honda arazi jipimi aldım. Artık köyden tarlaya yürüyerek veya traktör sırtında ayakta değil, kendi aracımla gidebilecektim. Ertesi hafta sonu da Murat’la Polatlı’ya indik ve 20 yaşında kırmızı bir Massey Ferguson 285 S aldık. Murat’ın sevincine diyecek yoktu. Biraz bakım, bir iki tadilat yaptırdık. Çok kısa bir süre sonra da yine 2. El bir pullukla bir kazayağı edindik. Artık çiftçiliğe başlayabilirdim.

Bu arada Murat’a hem ana tarlada hem tapulu arazide 120 cm derinliğinde profil çukurları açtırmış, 30’ar santimlik katmanlardan alınan toprak numunelerini Yenimahalle’deki Toprak Su Gübre Araştırma Enstitüsü’ne analiz için teslim etmiştim. Profil çukurlarında taban suyu belirtisi olabilecek renk değişiklikleri veya paslı taşlara rastlamamış, çukurlara döktüğümüz suların kısa sürede süzülüp kaybolduğunu görmüştük. Analiz sonuçları yoğunluktan dolayı 2 ay sonra çıkacaktı.

Hemen su bulmak için faaliyete giriştim. Gereken sayıda beton büz ve 1 adet metal büz hazırlattıktan sonra keson kuyuyu açacak kepçeyi getirttim. Köylüler de, Murat da köye gelen suyun bu noktadan geldiğini düşünüyor ve su bulunmasını bekliyorlardı. Kepçe 10 metreye kadar çukuru indirdi ama değil suyun esamesine, toprakta rutubete bile rastlamamıştık. İlk girişim küçük çaplı bir hezimetle sonlanmıştı. Gerçi tarlanın en çukur noktasında dahi taban suyu bulunmadığını gözlemlemiştim ama eğer su bulunamazsa bunun bir önemi kalmayacaktı çünkü cevizcilik yapamayacaktım.

Sondaj yapmak kaçınılmaz hale gelmişti ve bunun için DSİ’den sondaj ruhsatı almak gerekiyordu. DSİ ise ruhsat için arazinin tapusunu veya hazine arazisi ise tahsis belgesini istiyordu. Oysa tahsis belgesini alabilmek için Orman Bakanlığı’na ağaçlandırma projesi onaylatmak gerekiyor, Orman Bakanlığı ise projenin onaylanması için arazide suyun bulunmuş olmasını şart koşuyordu. Yani ortada çözülemeyecek bir yumurta – tavuk hikayesi vardı.

Tatlı dille, güler yüzle, biraz hekim olmanın verdiği avantajı, biraz özel ağaçlandırma yapacak olmanın sağladığı sempatiyi kullanarak DSİ’nin ilgili mühendisini ikna ettim. Elimde hazine arazisinin tahsisi için Polatlı Malmüdürlüğü’ne verdiğim dilekçemin fotokopisinden başka bir belge yoktu. Malmüdürlüğü’nden alınacak 3 aylık ön izin belgesini daha sonra dosyaya eklemem koşuluyla arama ruhsatını verdiler. Yağışlar başlayıp arazi girilemeyecek hale gelmeden sondajı yapmam, suyu çıkarmam şarttı. Çünkü Polatlı Malmüdürlüğü eğer tahsis talebimi kabul ederse 3 ay içinde proje hazırlatıp Orman Bakanlığı’na onaylatmam için ‘ön izin’ verecekti. Projede ise su numunesinin analiz sonuçları gerekiyordu.


Bölgedeki sondajcıları araştırdım ve işine en hakim olduğunu düşündüğüm, aracı ve ekipmanı ile en donanımlı bulduğum sondajcı ile anlaştım. Bölgedeki toprak yapısı nedeniyle daha önce başarısız sondaj denemeleri olmuş, sondaj kuyuları çökmüş olduğundan işimi sıkı tutmak istiyordum. Ekip araziye kamp kurup faaliyete başladı. Birkaç gün sonra 49 metreye inilmiş, henüz suya rastlanmamıştı. O gece hastanede nöbetçiydim. Kara kara ertesi gün de su çıkmazsa ne yapacağımı düşünüyordum. Acaba ‘Deli Remzi’ye çok güvenmekle hata mı etmiştim? Sondajcı ile metre hesabıyla anlaşmıştık ve ben hazırlıklarımı, biraz emniyet payı bırakarak 60-70 metre için yapmıştım. Su çıkmazsa kaç metreye kadar gitmeliydim? 100? 200? Bu işin ucu bucağı yoktu ve her metresi paraydı. Sonunda hiçbirşey bulamamak da vardı. Sabahı zor ettim. Saat 9 gibi telefon çaldı. Arayan Murat’tı. Sevinçten çığlık çığlığa “Hocam gözümüz aydın, suyumuz çıktı” diyordu. Sabah işe başlar başlamaz 50. metredeki kaya tabakası geçilmiş, ardından bacak kalınlığındaki bir su sütunu metrelerce havaya fışkırmıştı. Sondajcı bunun çok büyük bir tatlı su rezervi olduğunu, köydeki çeşmelerden akan suyla aynı olduğunu söylüyordu. Dünyalar benim olmuş, üzerimden dağ gibi bir yük kalkmıştı. Nöbetten çıktığım gibi soluğu bahçede aldım, ekibe bahşişlerini dağıttım. Ceviz bahçesi rüyam, yavaş yavaş gerçek oluyordu.





Derken Ekim ayında toprak analiz sonuçları çıktı. Toprak az kireçli, tuzsuz, hafif bazik yapıdaydı. 0-30 cm katmanında %54 kil, %30 silt, %16 kum vardı. İlk 120 cm’deki ortalama değerler kabaca %60 kil, %20 silt ve %20 kum şeklinde özetlenebilirdi. Bünye üçgeninde yerim orta hattın üstünde, killi toprak bölümündeydi. Sonuçlar bende büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. O zamanki bilgilerimle killi toprakta cevizin yetişemeyeceğini düşünüyordum. Neden daha işin en başında, arazi için başvurumu yapmadan önce bu analizi yaptırmadım diye hayıflanıyor, kendi kendimi suçluyordum. Bir hafta gözüme uyku girmedi, adeta yemeden içmeden kesildim.

İlk şok dalgasını atlattıktan sonra daha serinkanlı düşünmeğe, konuyu daha derinlemesine incelemeğe karar verdim. Analizi yapan enstitünün yetkili ziraat mühendisi, bu toprağın bahçecilik ve özel olarak cevizcilik için bir sakıncası olmadığını söylüyordu. Burhanettin Bey de bu konuda çok rahattı, İç Anadolu topraklarının çoğunun killi yapıda olduğunu söylüyor, yağışı çok olan Karadeniz gibi bir bölgede bu kil oranının belki sakıncalı olabileceğini, ama İç Anadolu gibi kurak yazları olan bölgelerde sıcak mevsim boyunca toprağın nemini muhafaza ederek zarar değil fayda vereceğini söylüyordu. Bense içimdeki şüphe ve endişeyi bir türlü atamıyordum. Ankara Ziraat Fakültesi’nde toprak hocası olan Sn.Doç.Dr.Hasan Öztürk ile görüştüm. Bana çukurları derin açarsam, pH değerini kükürtle biraz düşürür ve killi toprak için uygun gübrelemeyi damla sulamayla yaparsam hiçbir sıkıntı yaşamayacağımı söyledi. Killi topraklarda ağaç cüsseleri biraz daha küçük olabilirdi ama zaten çit dikimi tercih edeceğimden bu bir avantajdı. Kendisinin Anamur’daki ceviz bahçesinde de kil oranının %50 olduğunu, 7 yaşındaki ağaçlarından ağaç başı 10 kg verim aldığını söyledi.

İnternette dolaşırken Türkiye’nin en büyük ceviz üretim alanına sahip olan ve Kaliforniya’lı uzmanlarca kurulmuş bulunan 1300 dönümlük Ataman Ceviz Çiftliği’nin sayfalarında toprak yapısının killi olduğu dikkatimi çekmişti. Telefonla çiftlikteki sorumlu Ziraat Mühendisiyle konuşmuş ve topraklarının kil oranının %60 olduğunu öğrenmiştim. Bu kil oranı nedeniyle hiçbir sıkıntı yaşamadıklarını söylemişti. Gerçekten de internetteki resimler etkileyiciydi. Gebze’nin aldığı yıllık yağışın Polatlı’nın iki katından fazla olduğunu biliyordum. Demek ki Kaliforniya’lı uzmanlar o iklim yapısında dahi %60 kil içeren bir toprakta ceviz üretmekte sakınca görmemişlerdi.

Bilgilendikçe rahatlamağa başlamıştım. Yeterli drenaj sağlandığı sürece kilden korkmama gerek yoktu. Arazimin eğimi ise gerek doğal yerüstü drenajı, gerekse ihtiyaç halinde uygulanabilecek yeraltı drenajı için her türlü kolaylığı sağlıyordu.

Gene de araştırmaya, sorup danışmaya devam ediyordum. Türkiye’nin cevizcilik konusunda tartışmasız bir numarası olan sayın Prof. Dr. Yaşar Akça’ya telefonla ulaştım. Google earth’de araziyi tarifim üzerine bulduğunda topoğrafyayı çok beğenmişti. Gelip toprak yapısını yerinde görebileceğini söyledi. Zaten Orman Bakanlığı’nın yürüttüğü ‘ceviz eylem planı’ çalışmaları nedeniyle Ankara’ya gelecekti. Tarih konusunda anlaştık. O gün arazide bir kepçe de bulundurmamı istedi. Lastik tekerlekli bir kepçeyi o sabah araziye getirmesi için sahibiyle anlaştım.

Ankara’da buluşup araziye gittik. Yol boyunca hem sohbet ettik, hem de önceden bir liste halinde hazırlamış olduğum bir sayfa soruyu kendisine sorup cevaplarını alma şansım oldu. Araziye vardığımızda hemen sahayı inceleyip tarlanın doğu sınırına yakın bir noktada kepçeciye kazmasını söyledi. İlk 120 cm sorunsuz bir şekilde geçilmiş, koyu kahve renkli , güzel görünümlü bir toprak kenarda yığılmıştı. Derken aniden toprak rengi değişti, beyaza çalan açık boz renkli bir toprak çıkmağa başladı. Kepçe de bu toprağı deminki gibi kolay kazamıyor, enikonu zorlanıyordu. Yoğunlaşmış kil ve kireçten oluşan bu kist tabakası beni oldukça rahatsız etse de, ilk anda tarlanın sadece o bölgesinde olan istisnai bir durum olduğunu düşünmüştüm. Hoca daha sonra tarlanın ortalarında yeni bir nokta belirleyerek orayı da kazdırdı. 120 cm’den sonra orada da toprak rengi değişmiş, kist tabakasıyla karşılaşmıştık. Başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissediyordum. Hoca bir de kepçeyi kuzeye yönlendirdi ve muhtardan satın aldığım tarlanın ortalarında bir noktada bir çukur daha kazdırdı. Sonuç aynıydı, arazinin altı belli bir derinlikten sonra tamamen kist tabakasıyla kaplıydı.

Kepçeciye , hazır gelmişken arazinin hemen sınırındaki meşelikten sahamıza birkaç metre taşmış olan yarı kurumuş çalı formunda birkaç bodur meşeyi de kaldırtmak istedim. Bitki kökleri açığa çıktığında hoca hemen bir meşenin kökündeki mantarlaşmayı farketti. Bu ‘meşe kök çürüklüğü’ olarak bilinen Armillaria hastalığı idi. Hoca’nın dediğine göre bu hastalık bozuk orman alanı olup özel ağaçlandırmaya tahsis edilen pek çok araziyi tehdit ediyordu. Bozuk orman alanı yerine tarımda kullanılmış hazine arazisi kiralamış olmamın çok daha isabetli olduğunu söyledi. Komşuluk nedeniyle gereken önlemleri almayı ihmal etmemeliydim.

Kil olayından sonra 2. darbeyi de kist nedeniyle almıştım. Ben gerekli olan 3-3.5 metrelik toprak derinliğini fazlasıyla sağladığımı düşünürken şimdi derinliğim 120 cm ile sınırlanmıştı. Daha önce profilleri Murat’a elle ve sınırlı derinlikte kazdıracağıma kepçeyle 2-3 metre açtırmamış olduğum için artık ne kadar hayıflansam faydası yoktu. Gerçek değişmeyecekti.

Yaşar Hoca’ya ne düşündüğünü sordum. Yol yakınken vaz mı geçmeli, yoksa devam mı etmeliydim? Hoca özetle şunları söyledi: “Şu haliyle arazi tek akciğerle yaşayan bir insana benzetilebilir. Ama geniş ve derin dikim çukurları açarak, bulabildiğiniz kadar çiftlik gübresini bu çukurlarda kullanarak kist ve kilin olumsuzluklarını aşabilirsiniz. Bu yatırımı İç Anadolu’nun karasal ikliminde değil de daha ılıman bir bölgede yapsaydınız daha iyi olurdu. Ama bu ekolojide de uygun tür seçmek kaydıyla cevizcilik yapabilirsiniz. Chandler gibi çok uzun bir vejetasyon süresi gerektiren tür İç Anadolu’da olmaz. Bu söylediğim cümlenin altına imzamı atarım. Sonbaharın erken donlarına henüz sürgünleri odunlaşamadan yakalanır. Bir Kaliforniya çeşidi olarak İç Anadolu’nun bazen aşırı soğuk geçen kışlarında zararlanma riski yüksektir. Bu ekolojide Fernor yetiştirilmelidir . Hasatın ve yaprak dökümünün Chandler’den iki hafta önce olması size çok şey kazandırabilir. Sonbahar erken donları geldiğinde ağacınızda ne kadar su varsa zarar oranı o kadar yüksek olur. Fernor aşırı kış soğuklarına da Chandler’den daha iyi dayanır. 8x4 Dikim aralığınız fernor için uygundur. Fernor’u seçmekle Chandler’a göre biraz daha az verime ve biraz daha düşük bir pazar fiyatına razı olacaksınız, ama bu, ekolojinizin getirdiği bir zorunluluktur. Bu bölgede parayla tarla satın almayın, muhtardan daha fazla hazine arazisi bulmasını isteyin, arazinizi yüz dönüm üzerine çıkarmaya çalışın. Şu haliyle arazinizden büyük beklentileriniz olmasın. Bu arazi sizi zengin etmez, ama emekliliğinizde rahat yaşayabileceğiniz, yılda birkaç kez yurtdışı seyahat yapabileceğiniz, oğlunuzu yurtdışında okutabileceğiniz bir getiriniz olur. Bence bu kadar yol almışken kesinlikle devam edin.”


Hocayı yolcu ettikten sonra oturdum ve her şeyi yeniden değerlendirerek “ tamam mı devam mı?” sorusuna cevap aradım. Acaba devam edersem kendi kendimi mi kandıracak, olmayacak duaya amin mi diyecektim? Artıları eksileri, bardağın dolu ve boş yanlarını tekrar tekrar gözden geçirdim. Bardağın boş tarafı “kistli ve killi arazilerde bahçe kurmaktan kaçının” diyordu. Hala bu işten cayabilir, tapulu tarlayı ve traktörü satıp, tahsis talebimden vazgeçip, bir miktar zararı da sineye çekip “zararın neresinden dönsem kardır” diyebilirdim. Ben zor olanı, mücadeleyi seçtim.

Kist tabakasına rağmen devam kararı almamda, bardağın dolu yanını oluşturan aşağıdaki faktörler rol oynamıştı:

1- Ceviz ağacının köklerinin %80’i ilk 1 metrede yer alıyordu. Köklerin oksijene olan talebi nedeniyle gelişim diklemesine olarak derine değil, yanlara doğru oluyordu. Killi topraklarda derinlerdeki oksijen azlığı nedeniyle bu eğilim çok daha belirgindi ve kökler daha yüzeyde yoğunlaşıyordu.

2- Arazide 120 cm’de karşılaşılan kist tabakası kaya gibi tamamen geçirimsiz bir tabaka olsaydı, aşırı yağışlar sonucu suyun kök bölgesinde birikip zarar vermesi ihtimali daha yüksek olabilirdi. Oysa yoğunlaşmış kil ve kireçten oluşan bu tabaka fazla suyu yavaş da olsa sünger gibi emerek üstteki kök bölgesinden uzaklaştırabilirdi. Nitekim daha sonra dikim çukurlarının açılışı sırasında kist tabakasında nemin üstteki normal toprağa göre çok daha fazla olduğuna tanık olmuştuk.

3- Arazinin %10 civarındaki ortalama eğimi, yerçekimi nedeniyle toprak yüzeyindeki suya olduğu gibi, toprak altındaki suya da eğim yönünde hareket vererek doğal drenaj sağlayacaktı.

4- Polatlı’da yıllık yağış miktarı son derece düşüktü ve bu yağışın çoğu da köklerin uykuda olduğu ve oksijene hemen hemen hiç ihtiyaç duymadığı kış ve erken ilkbahar mevsiminde gerçekleşiyordu.

5- Arazi dağın zirvesindeydi ve aşırı bir yağışta çevreden herhangi bir su baskını riski sıfırdı.

6- Fidan çukurlarını geniş ve derin açarak, ayrıca sırta dikim tekniğini uygulayarak her fidanı zaten kist tabakasından en az 2 metre yüksekte dikmeyi planlamıştım.

7- Çit dikimi ve bu sistemde yetiştiriciliğe karar vermiştim. Ağaçlarımın taç büyüklüğü sıra üzeri 4 metre, sıra aralarına doğru her iki yönde 1.5’ar metreden 3 metre, yükseklik yerden itibaren 6 metre ile sınırlı kalacaktı. Bu ebatta tutulacak bir ağacın metrelerce aşağı inecek büyük bir kök sistemine ihtiyacı yoktu.

8- Ağaçlarda (gövde + taç hacmi) ile (kök hacmi) arasındaki orantı, sulama ve gübreleme rejimi ile direk irtibatlıydı. İhtiyaç duyduğu tüm besin maddeleri ve suyu fertigasyon sistemiyle yanıbaşında bulan bir ağaç, enerjisini kök yapmak yerine odun ve meyve yapmaya yönlendirecekti. Uygun budama rejimiyle ve ağaç erken meyveye yatırılarak, ‘ yeteri kadar kök, az odun, çok meyve’ amacına ulaşılabilirdi.

Bu araziyi ıslah etmek için gerekenleri yapacak, ceviz bahçesi hayalimi devam ettirecektim.

Ben devam kararı almıştım ama, bürokrasi bana geçit vermemeye kararlıydı. Bitmek bilmeyen yazışmalardan sonra Polatlı Malmüdürlüğü tahsis talebimin uygun bulunduğunu ve proje hazırlatıp Orman Bakanlığı’na onaylatmam için 3 ay süreli ‘ön izin’ verdiklerini belirten yazıyı gönderdi. Tarih 2011 Aralık ayı idi ve müracaat dilekçemin üzerinden tam sekiz ay geçmişti. Hemen bir özel ormancılık bürosu ile anlaştım, toprak ve su analiz sonuçlarını, meteorolojik verileri toparlayıp götürdüm. Proje hazırlandı, Orman Bölge Müdürlüğü’ne sunuldu. Ama kış gelmiş, araziyi kar kaplamış ve tarlayı inceleme imkanı ortadan kalkmıştı. Araziyi kar kalkmadan inceleyemeyecekleri için malmüdürlüğünden 1 ay ek süre istedim. Ek süre tanındı. Proje Orman Bölge Müdürlüğü’nce 5 ayrı kademede incelendi, istenen değişiklikler yapıldı, sonunda onaylandı. Onaylanan proje Hazine’ye ve Orman Genel Müdürlüğü’ne gönderildi. 2 ay sonra her iki kurumdan da reddedilerek geri gönderildi. Gerekçe,’ tapulu arazi ve hazine arazisi projelerinin ayrı ayrı yapılması gerektiği, tek bir projede birleştirilemeyeceği’ idi. Birden fazla tapulu arazi tek projede birleştirilebilir, birden fazla hazine arazisi de tek projede birleştirilebilirdi. Ama bir tapulu arazi ile hazine arazisinin projesinin birleştirilebileceğine dair mevzuatta bir hüküm yoktu. Bu ayrıntıyı ben bilmiyordum ama projeyi düzenleyen Özel Ormancılık Bürosu da, 5 ayrı imzayla onaylayan Orman Bölge Müdürlüğü de herhalde bundan habersizdi.

Sil baştan 2 ayrı proje hazırlandı, ayrı ayrı tekrar onaya sunuldu. Orman Bakanlığı bu arada yeniden yapılandırılıyor ve Bölge Müdürlüğü’nde projelerle ilgili personel sürekli değişiyordu. Yeni görevlendirilen mühendisler tekrar araziye götürüldü, projeler incelendi,kabul edildi, Hazine’ye gönderildi. Bu arada aylar ayları kovalıyor, Özel Ağaçlandırma Yönetmelikleri sürekli değişiyor, yeni tamimler yayınlanıyor, bu sürelerde yeni proje kabulleri durduruluyordu. Eskiden Hazine arazilerinin tahsisinde son imza Maliye Bakanı’nındı. Benim projeler tam bakanın onay aşamasına gelmişken Başbakanlık bir genelge yayınladı ve Türkiye’nin her yerindeki ve her konudaki arazi tahsisleri için Başbakanlık onayı şartı getirdi. Bütün tahsis işlemleri bıçak gibi kesilmişti. Muhtemelen Başbakanlıkta Türkiye’nin her yerinden yağan binlerce arazi tahsis talebini inceleyip sonuçlandıracak bir idari altyapı da henüz oluşturulmamıştı.

Böylece benim ceviz bahçesi hayalim bir çıkmaz sokakta saplanıp kalmış, sonu belirsiz bir bekleme süreci başlamıştı. Dağ başında, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde, köylünün bile yüzüne bakmadığı, hiçbir rant potansiyeli olmayan 50 dönüm araziyi ağaçlandırmak için başvuran, her türlü şartı yerine getiren bir vatandaşa ancak bu kadar çile çektirilebilirdi. Güya özel ağaçlandırma teşvik ediliyordu. Ya bir de edilmeseydi, vay halimize!


Bu bekleme sürecinde boş duracağıma bari çiftçiliğe biraz ısınayım dedim. Ormandan açılmış arazilerde bahçe kurulmadan önce 2 yıl tarla bitkileri yetiştirilmesi öneriliyordu. Benim hazine arazisinin üst bölümünde hiç tarım yapılmamıştı. 2012 baharında toprağı sürdürüp tam alanda nohut ektirdim. Böylelikle hem toprakta azot tutulumunu arttırmayı, hem tarlanın yaklaşık yarım dönümlük meşe çıkartılan bölümünde kök mantarı riskini azaltmayı, hem de Murat’ın ödenmekte olan maaşlarını çıkarmayı umuyordum. Cevizci olamasam da şimdilik nohutçu olmuş, oldukça iyi bir verim almama ve üstelik o yıl nohutun iyi para etmesine rağmen sezon sonunda bir şey kazanamamıştım. Ürün tüccara marketteki satış fiyatının üçte birine satılabiliyor, alınan para tohum, mazot, ilaç, yoldurma, makine ile ayıklama masraflarını ancak karşılıyordu. Murat’ın maaşlarını çıkaramasam da tarımla tanışmış, çiftçilerin içinde bulundukları açmazı görmüştüm. O kış evde bolca nohut tükettik, bizden ceviz bekleyen eşe dosta , konu komşuya ‘şimdilik cevizimiz yok, bununla idare edin’ diyerek nohut dağıttık.

Köye yakın mesafede bir eski dere yatağından kamyonlarla kum çekildiğini görmüştüm. Gidip oradaki kumlardan biraz numune alarak toprak analizine gönderdim. Sonuç %90 kum, %5 silt ve %5 kil şeklinde geldi. Bu kumu arazimin ıslahında kullanabilirdim. Gene Avşar’a en yakın köyde hayvancılık yapılıyor ve köylüler ahırlardan, ağıllardan çıkardıkları gübreleri bahçelere, yol kenarlarına yığıyorlardı. Bunlar kimi 5, kimi 10 yıl beklemiş, bildiğimiz manada fenni olarak yakılmamış koyun ve sığır gübresi yığınlarıydı. Gübre olarak belki çok değerleri yoktu ama mükemmel bir organik madde deposuydular ve killi toprağımı ıslahta kullanılabilecek harika bir silah olabilirlerdi. Köylüler sırf bahçeleri, yol kenarları temizlensin diye ücret istemeden vereceklerdi. O yaz ilk aşama olarak 20 tonluk kamyonlarla 10 kamyon dolusu kumu ve 13 kamyon çiftlik gübresini tarlanın bir kenarına çektirdim. Mesafe yakın olduğundan sadece makul bir nakliye masrafıyla bu işi kotarmıştım.

Temmuz ayında Denizli’deki Ekiz Fidancılık ile anlaştım. Tüplü fernor ve fernette fidan siparişlerimi verdim, kaporamı yatırdım.

Bekleyiş sürüyor, tahsis konusunda hiçbir ilerleme olmuyordu. Tahsis olmadan çitleme, çukurları açma gibi işlere başlamam anlamsızdı. Sonunda o sonbaharda da dikim yapamayacağımı anlayıp fidan siparişlerimi iptal ettim.

O kış Amerika’dan Ramos’un ‘Walnut Production Manual’ adlı baba kitabını getirtip satır satır hatmettim. İnternette Türkçe ve İngilizce dillerinde ceviz üzerine yazılmış ne kadar yazı, reklam, makale, dergi özeti, araştırma bulabildiysem okudum. En çok çit dikimi, killi toprak ıslahı, Chandler, Howard ve Fernor üzerinde araştırma yaptım. Trakya’da killi toprakta ve bozuk orman arazisinde kurulmuş ve başarılı olamamış bir bahçede başarıyı engelleyen faktörlerin neler olabileceğini sahibiyle e-mail ile yazışarak analiz etmeye çalıştım. Sn. Selami Bayrak’ı yerinde ziyaret ederek ve e-mail ve telefonla görüşerek killi topraklarda ‘kanalda sırt dikimi’ ve ‘çukurda tepe dikimi’ yöntemlerinin in detaylarını öğrendim. Sn.Yaşar Akça’yı Tokat’ta ziyaret edip, kendi kurduğu ve Tübitak’ın desteklediği ceviz deneme bahçesini birlikte gezme şansım oldu. Bu arada cevizlerin mükemmel geliştiği bu bahçede toprak bünyesinin %40 kil, %40 silt ve %20 kum içerdiğini öğrendim.

Cevizde arazi seçimi kadar önemli bir diğer husus tür seçimiydi. Ekiz Fidancılık’tan Sn.Ramazan Ekiz, beni öncelikle Chandler’e yönlendirmiş, Konya Kadınhanı’nda kurdukları büyük Chandler bahçesini de, rakım ve iklim özelliklerinin Polatlı’ya benzerliği nedeniyle referans göstermişti. Bahçenin sorumluluğunu alan Ziraat Mühendisi ile zaman zaman telefonla görüşerek bilgi alıyordum. O sonbaharda sanıyorum 3 yaşında olan fidanlarında koparmadan bıraktıkları cevizlerin hasatını yapmışlardı ve 20 Ekim’de kopardıkları cevizlerin içlerinin hala sütlü olduğunu, tam olgunlaşamadıklarını söylemişti. Dediğine göre olgunlaşma için 2 haftalık bir süreye daha ihtiyaçları vardı ve bu koparılan cevizler muhtemelen kuruyunca iç büzüşmesi göstereceklerdi. Aynı dönemde tesadüfen bahçeyi gezmiş olan Sn. Yaşar Akça da bu durumu teyit etmiş ve vejetasyon süresinin Chandler’e yetmediğini söylemişti. Durumu tekrar değerlendirdim. Ekim sonu ve Kasım başında başlayacak yağışlar yolu ve tarlayı balçıklaştırabilir, araziye ulaşımı, traktörle çalışmayı, hasat ve hasat sonrası serme-kurutma işlerini çok zorlaştırabilir, hatta tümüyle engelleyebilirdi. Benim Ekim ayı sonlanmadan tüm işleri bitirip tarladan çıkmam gerekiyordu. İki hafta erken hasat çok kritik önemde olabilir, tüm sezonun mahsulünü kurtarabilirdi.

Bir de mutlak kış soğuklarına dayanım yönünden Chandler ve Fernor arasında kıyaslama yapılması gerekiyordu ama böyle bir çalışmaya rastlayamamıştım. Yalnızca Romanya’da yapılmış bir çalışmada Fernor’un -22.7 derecelik kış soğuklarında herhangi bir hasar görmediğini okumuştum. Polatlı tarihinde rastlanmış en düşük ısı ise -21.5 derece ölçülmüştü.

Benim Chandler riskini almak istememem ve tahsis gecikmesi nedeniyle Fernor siparişlerini iptal etmem üzerine Sn. Ramazan Ekiz Chandler kalitesinde meyve veren, verimi çok iyi olan ve Chandler’den ortalama 2 hafta önce hasat edilen Howard ile bahçe kurmamı, daha küçük cüssesi nedeniyle çit dikimine de çok uygun olacağını, istersem yeteri kadar aşı kalemi tedarik ederek aşılama yapabileceğini söyledi. Gerçekten de aklıma çok yatmıştı. Ama Sn.Akça’ya konuyu danıştığımda sıcak bakmadı. Howard da sonuçta Chandler’in çok yakın akrabası olan bir Kaliforniya çeşidiydi ve Polatlı’nın 1200 rakımlı Çile Dağı’nın kış soğuklarına dayanabileceği çok şüpheliydi. Sonunda gene Fernor’da karar kıldım.



Eli kolu bağlı bekleme süreci artık azap verici bir hal almıştı. Bütün prosedürleri tamamlanmış dosyam Maliye Bakanlığı’nca 9 ay önce onaylanarak Başbakanlığa gönderilmişti ve hala hiçbir ses seda yoktu. 2-3 yıldır görüşmediğim arkadaşlarımla karşılaştığımda ‘cevizler nasıl, büyüdüler mi?’ sorusu çok canımı sıkıyordu. Sanki benim kusurummuş gibi ‘henüz tahsis alamadım’ demeye utanıyor, ‘yavaş yavaş büyüyorlar’ gibi cevaplarla geçiştirmeye çalışıyordum. Eşim arkadaş toplantılarında ‘Benim bey ceviz ağası, 2 yıldır köyde traktörü ve maaşlı kahyası var, ama dikili tek bir cevizi yok’ diyerek dalgasını geçiyordu. Tahsisin ne zaman çıkacağı, hatta çıkıp çıkmayacağı bile belirsizken fidan siparişi bile veremiyordum. Çileli bekleyiş nihayet 2013 Mart’ında sona erdi. Benim ceviz macerama yakından tanık olan ve bir dönem bürokraside üst düzey görevlerde bulunmuş çok yakın bir ahbabım bir gün aradı ve “ağabey, müjdemi isterim” dedi. Bir vesileyle görüştüğü bir başbakan danışmanına benim aylardır başbakanlıkta beklemekte olan dosyamdan bahsetmiş, onun hemen açtığı bir telefonla problem anında çözülmüştü.

Tipik bir Türkiye gerçeği yaşanıyordu. O hafta dosyam jet hızıyla onaylanmış, maliyeye gönderilmiş, ertesi hafta defterdarlıktan geçerek Polatlı Malmüdürlüğü’ne gelmişti. O ay araziyi kiraladığımda tahsis dilekçemin üzerinden tam iki yıl geçmiş, ama gene de Polatlı’da hazineden özel ağaçlandırma için arazi kiralamayı başarabilen ilk ve muhtemelen tek girişimci olmuştum.

Ekiz Fidancılık’a tekrar fernor siparişlerimi verdim ve hızla işe koyuldum. Ziraat Bankası’na sertifikalı fidanla meyve bahçesi tesisi , zirai araç alımı, damla sulama sistemi kurulumu ve işletme kredisi olarak 4 ayrı kalem kredi için başvurdum. Krediler çok düşük faizli (yıllık %5) ve 5 yıl vadeliydi. Bunun için gereken ÇKS kaydımı yaptırdım. Bu kayıt İlçe Tarım’dan alınacak tek seferlik hibe ve her yıl alınacak gübre, mazot, toprak analiz destekleri için de gerekli idi.

Traktörüm sürekli sorun çıkarıyor, çift çeker olmadığından taşlı ve eğimli arazide sürekli lastik aşındırıyordu. Önce onu verip üstünü Ziraat Bankası kredisiyle tamamlayarak çift çeker küçük boy yeni ve kabinli bir New Holland traktör aldım. Bir de 2. el damperli bir römork edindim. Artık getir götür işleri için sorunum kalmamıştı.

Name:  255.JPG
Views: 12713
Size:  55.3 KB


Bu arada Murat ile ilgili birkaç söz söylemeliyim. Murat ortaokulu İmam Hatip’te okumuş, dinine bağlı, harama asla el uzatmayan, içkisi sigarası kumarı olmayan, kalender ve gözüpek bir adamdı. Kanaatkar ve çalışkandı. Nohut hasadı yaptığımızda domuzların gelip yemesini engellemek için elde tüfek her gece sabaha kadar arazide nöbet tutmuştu. Saygılı, konuşkan ve espriliydi. Onda Anadolu köylüsüne has bir erdem ve bilgelik görüyordum. İmam Hatip’in ardından Teknik Lise’yi bitirmişti ve elinden her iş geliyordu. Altı yaşından beri traktör kullanmış, kepçe operatörlüğü, demircilik, kaynakçı ustalığı, çobanlık yapmıştı. Traktörün, pulluğun, kazayağının çok büyük olmayan tamirlerini kendisi yapıyordu. Köyün taşını ,toprağını, iklimin huyunu suyunu, yağmurun ne zaman yağacağını, sisin ne zaman ineceğini biliyordu. Çiftçiliğe hakimdi. Köyde sevilen bir kişiydi ve onun ekmek teknesi olan bir araziye köylüden zarar gelmesi düşünülemezdi. Benim için hem işçi, hem kahya, hem bekçi, hem pek çok konuda fikir danıştığım bir kardeş gibiydi. Kışları çobanlık yapmasına izin veriyordum, bu da ona 2. bir gelir sağlıyordu. Benimle çalışmaya başladıktan sonra evinin bahçesine annesi için yeni bir ev daha yapmış, bir de ağıl ve depo inşa etmişti. Bu yapı aynı zamanda benim traktör için garaj görevi görüyordu. Murat hayatında ilk defa traktör ‘sahibi’ olmuş, maaşı ve sigortasının her ay tıkır tıkır ödenmesi onu çaresizlikten kurtarmış, köyde sosyal statüsü belirgin şekilde yükselmişti. Beni kendisi için büyük bir şans ve ‘velinimet’ olarak görüyordu. Vaktiyle “ne köy olur ne kasaba” denilen hazine arazisinin örnek bir ceviz bahçesi olabilmesi için canla başla çalışıyordu. Ben de zaman geçtikçe Murat’ın benim için ne büyük bir şans olduğunu daha iyi görüyordum.

Öncelikle arazinin çevresini beton direk ve kafes tel ile çevirttim. İş makinaları ve kamyonların rahat girip çıkabilmesi için 6 metrelik giriş kapısı yaptırdım. Çitleme için Ankara’nın en büyük tel örgü firmasının arazime en yakın bayii ile anlaşmış, ama ayrıntılı bir yazılı mukavele yapmayı ihmal etmiştim. Nisan ayında, henüz killi toprak ıslakken beton direk çukurlarını açmışlar, direkleri dikmiş, betonlamış ve çitlemeyi bitirmişlerdi. Ağustos gelip de toprak kuruyup kendini çekince direklerin yarısı ciddi şekilde oynamaya başladı. Gidip bayi ile görüştüğümde yeniden betonlamaya yanaşmadı, kusuru toprak yapısına yükledi ve aralara payanda atarak sağlamlaştırmayı önerdi. Canım çok sıkılmıştı. Firmanın müşteri ilişkileri bölümüne ve daha sonra da patronuna ulaşarak işin takipçisi olunca hemen o hafta tüm direkler yeniden betonlandı. Bu sefer hepsi taş gibi sağlam olmuştu.

Bu arada tarlayı önce pullukla sürdürüp ardından kazayağı ile toprağı düzletmiştim. Artık çukur yerlerini işaretleyebilirdim. Sıraları alışıldık şekilde eğime dik, eşyükselti eğrilerini takip ederek doğu-batı hattında ilerleyecek şekilde değil, tam tersine eğim yönünde, kuzey-güney istikametinde konumlandırmayı planladım. Bu uygulama traktörün sürekli eğimde çalışacak olması nedeniyle işleri biraz güçleştirecekti, ama faydalarının daha fazla olacağını umuyordum. Beklediğim faydalar şunlardı:

1- Sıraları yerden 40-50 cm yüksekte oluşturacağım sırtlarda konumlandıracağım için tüm sıra araları doğal drenaj kanalları olarak fonksiyon görecekti. Sıraları aksi yönde konumlandırmam durumunda aşırı bir yağışta yüzey drenajı imkansızlaşacak ve suyun fazlası köklerin en yoğun olarak bulunacağı sırtlarda tutulacaktı ki, bu hiç istenmeyen bir durumdu.

2- Bu konumlanma, hakim rüzgar olan kuzeyli rüzgarların saha içine daha rahat girmesine imkan verecek, çit dikimi nedeniyle artabilecek antraknoz riskini önleyebilecek, dalların kırılma ihtimalini azaltabilecekti.

3- Don riski olan günlerde soğuk havanın çitlerde takılmadan eğim istikametinde kayarak uzaklaşabilmesi sağlanacaktı.

4- Kuzey-güney istikametindeki çitler güneşi maksimum kullanabilecekti. Çitlerin sabah doğu tarafı, öğleden sonra ise batı tarafı eşit şekilde güneşlenebilecekti. Eğer çitleri doğu batı istikametinde konumlandırsaydım tüm yaz boyunca sadece güney cephe güneş görecek, kuzey cephe sürekli gölgede kalacaktı. Çit dikiminin kuzey-güney istikametinde yapılmasının başka bazı bitkilerde verimi %15 arttırdığını okumuştum. Ceviz için elimde böyle bir rakam yoktu ama Ramos da “Walnut Production Manual”de çit dikimi bölümünde kuzey-güney istikametini öneriyordu.

Çitleri tam kuzey-güney ekseninde konumlandırırsam birçok yerde ortalama eğim %12’yi bulacaktı, Oysa saatin aksi yönünde20 derecelik bir eksen kaydırması ile eğim %8’e iniyordu. Bu kaydırma benim kuzey-güney hattında konumlandırmadan beklediğim faydaları engellemeyecek, ama çiftçilik faaliyetlerimi önemli ölçüde rahatlatabilecekti. Nihai kararımı bu şekilde verdikten sonra çukur yerlerinin işaretlemesine başladık. Yeteri kadar ip, kireç ve uçları sivriltilmiş herekler kullanarak işaretlemeyi yaptık. Bahçe sınırlarına 5 mt mesafeden daha fazla yaklaşmadık. Mavi selvi ağaçlarıyla tüm kuzey-kuzeydoğu sınırı boyunca rüzgar perdesi yapmayı planladığım için bu sınırda 6-7 mt mesafe bırakarak işaretlemeyi tamamladık. 1860 adet fidan çukurunun yeri belirlenmişti.

Artık altyapı çalışmasına başlayabilirdim. Fidanı diktikten sonra artık altındaki toprakla oynama şansınız yoktu. O yüzden ıslahat adına ne yapacaksam şimdi yapmalıydım. Kafamda dört aşamalı harekat planımı oluşturmuştum. Kolları sıvadım ve hemen İşe giriştim!..


İlk sırada dikim çukurlarının açılması vardı. Bunun için komşu köyden daha önceden tanıştığım bir hafriyatçı ile götürü usulü anlaştım. Biri 27 tonluk, diğeri 22 tonluk iki paletli kepçe, 2 de 20’şer tonluk kamyonla geldiler. Önce her çukur, 1,5 m x 1.8 m en ve boyunda, 1,5 metre derinliğinde kazıldı. Üst 60 cm’deki koyu kahve renkli verimli toprak ayrıldı. 60-120 cm’den çıkan gene kahve renkli ama organik maddece zayıf toprak ve çukurun dibinden çıkan boz renkli kist toprağı sıra aralarına serildi. Üst katmandan çıkmış olan toprak tekrar çukura konuldu. Çukurun kalan kısmı, çevresindeki 0-30 cm katmanından gerektiği kadar toprak sıyrılarak yüzeye yakın bir seviyeye kadar dolduruldu.

Name:  256.JPG
Views: 12390
Size:  65.3 KB


Sonra ikinci aşamaya geçildi. Bir önceki yıldan tarla kenarına yığmış olduğum kum ve ahır gübresi, oluşturacağım sırtlarda killi toprağın ıslahı için yeterli değildi. Komşu köy sınırlarındaki dere yatağından daha fazla kum çekmem gerekiyordu. Hafriyatçı, bunun için muhtardan izin almamız gerektiğini söyledi. Köy camiinin kışlık kömür ihtiyacı için bir miktar bağışta bulunarak izni aldım. Tarlaya 40 kamyon kum ve 40 kamyon beklemiş ahır gübresi daha çektirdim. Klasik bilgi, fidan dikim çukurlarında 1/3 kum, 1/3 toprak ve 1/3 yanmış ahır gübresi karışımından oluşturulan ‘dikim harcı’nın kullanılmasının köklenmeyi belirgin şekilde arttıracağı yönündeydi. Benim yapmağa çalışacağım şey ise her fidanın yakın çevresindeki sırt toprağında organik madde ve kum oranını olabildiğince arttırmak, kil oranını düşürmekti. Toplam 100 kamyon kum ve gübre tarlanın kenarına yığıldığında yaklaşık 100 metre uzunluğunda, 2-3 metre yüksekliğinde küçük bir sıradağ oluşmuştu. Harcın 3. Unsuru olan toprağı, yığına yakın 3-4 dönümlük toprağın 0-30 cm katmanından sıyırarak sağladım. Bu toprak da yığına eklendiğinde sıradağ iyice büyümüştü. 2 kepçe bütün gün bunları karıştırdı, harmanladı, olabildiğince homojen hale getirdi. Daha sonra bu karışım kamyonlara yüklenerek sıra kenarlarına dağıtıldı. Sonra tekrar kepçelerle önceden doldurulmuş her çukurun üzerine 1 büyük kepçe malzeme bırakılarak bir öbek oluşturuldu. Sıradağı erittiğimizde hesaplarıma göre her fidan çukurunun üzerine 1200-1300 kg harç konulmuştu. Hafriyatçı ile anlaşmam buraya kadardı. Sırtları oluştururken ağır makinelerin sıra aralarında dolaşarak toprağı daha fazla sertleştirmemeleri için o işlemi lastik tekerlekli küçük bir kepçeye yaptıracaktım.


Name:  004.JPG
Views: 5509
Size:  57.5 KB


Tarladaki taşların toplatılıp toplatılmaması da karar verilmesi gereken bir meseleydi. Bazı ceviz kitaplarında taşların ya toplatılması, ya taş kırma makineleriyle ufalanması öneriliyordu. Benim tarlanın taşlarını kırmakla başa çıkmak imkansızdı. Toplatıp tarla dışına çıkartmak ise beni kille mücadelede en önemli silahtan mahrum bırakacaktı. Çünkü taşlı topraklar suyu en iyi geçiren, en iyi havalanan, drenajı en iyi topraklardı. “Ceviz taşlı toprağı sever!”di. Taş oranı arttıkça havalanma ve drenaj artıyordu. Taş, kum ve ahır gübresi kile karşı en önemli üç doğal malzemeydi. Arazimde taşlar yüzeydeki 0-30 cm katmanında yoğunlaşmıştı ve bu kısımda taşlılık %40 civarındaydı. Daha aşağı katmanlarda taş giderek azalıyordu. Sıra üzerlerindeki killi toprağı ıslah ediyordum ama sıra aralarında en azından şimdilik bir uygulama yapmamıştım. Toprak işlemeyi zorlaştırabilecek büyüklükteki taşları daha önce saha dışına çıkartmıştım. Kalan taşları olduğu gibi muhafaza etmeğe karar verdim.

Sıra 3. Aşamadaydı. Lastik tekerlekli küçük kepçe geldi ve sıra aralarındaki yüzey toprağını sıyırarak sıralara doğru yığdı. Daha önce oluşturulan ve üzerlerine çukur merkezlerinin kaybolmaması için herek dikilen harç öbeklerinin araları dolduruldu, üzerleri kapandı. Tüm sıralarda 2 metre genişlik ve 1 metre yükseklikte, en verimli toprak ve bolca taş içeren bir yığıntı oluşmuştu. Bu işlemden sonra çukur yerlerini belirleyen herekler sökülerek aynı noktaları gösterecek şekilde sıra aralarına yatırıldı. Kepçe her sıra için arazinin üst kısmında bu yığıntının üzerine çıkıp aşağı doğru ilerleyerek yığıntıyı yerden sabit bir yükseklikte düzleştirdi. Toprak yanlara yayılmış, 3 metre genişlik ve 50 cm yükseklikte sırtlar oluşmuştu. Harç malzemem de sırtlarda iyice yayılmış, diğer toprakla karışmıştı, ama asıl yoğunluk hala fidan çevrelerindeydi.


Name:  046.JPG
Views: 5040
Size:  67.3 KB

4. Aşamada kepçe tekrar sırtların üzerine çıkarak yaklaşık 50-60 cm derinlikte dikim çukurlarını açtı, toprağını çukurların alt kenarına yığdı. Bu işlemden amacım dikime kadar çukurlardaki toprağın yağmurla, karla, güneşle iyice tavlanması ve havalanmasıydı.


Name:  045.JPG
Views: 5535
Size:  67.6 KB


Artık her fidanın altında 2 metre (1.5 m çukur + 0.5 m sırt) derinliğinde kaliteli toprak mevcuttu. Sırt dikimi sayesinde her fidana 6 metreküp (4m x 3m x 0.5m) ilave kök alanı oluşmuştu. Çukurun 4 metreküplük hacmiyle beraber fidan başına 10 metreküplük gevşetilmiş toprak hacmi sağlanmış, kist tabakasından 2 metre yukarıda dikilecek fidanlarımın “akciğer yetmezliği” riski artık benim için bir tehdit olmaktan çıkmıştı.

Killi topraklardaki en büyük tehlike, aşırı yağışlarda kök bölgesinde birikebilecek fazla suyun kökleri oksijensiz bırakarak kök boğulmasına neden olmasıydı. Kök yayılımının en yoğun olacağı sırtlardan fazla suyun rahatlıkla drene olabileceği sırt dikimi sayesinde, bu risk de asgariye indirilmişti.

Değişik sıralardan ve arazinin değişik bölgelerinden rastgele seçilmiş 30 kadar çukurdan eşit miktarda toprak numunesi alarak karıştırdım ve analize gönderdim. Sonuçlar tatminkardı. Topraktaki saturasyon yüzdesi 99’dan 60’a düşmüş, toprak sınıfı “ killi toprak”tan “killi-tınlı” toprağa dönüşmüş, organik madde yüzdesi 2,5 kat artmıştı. Kil de artık uykularımı kaçıramayacaktı.

Dipnot: Saturasyon Yüzdesine Göre Toprak Sınıfları: %30 ve altı kumlu, %30-50 tınlı, %50-70 killi-tınlı, %70-110 killi, %110 üzeri ağır killi toprak.


Name:  IMG_0494.JPG
Views: 5240
Size:  65.8 KB



Name:  IMG_0487.JPG
Views: 5386
Size:  69.6 KB


Name:  IMG_0496.jpg
Views: 4924
Size:  21.5 KB

Damlama Sulama Projesini de bu işte yeterince tecrübeli olduğunu düşündüğüm bir firmaya yaptırttım. Kredi kullanabilmek için işi Ziraat Bankası ile anlaşması olan bir firmaya vermek gerekiyordu. Önce arazinin en üst noktasına sulama havuzu yapmayı ve buraya basacağım suyu sisteme vererek cazibe ile sulamayı planlamıştım. Ama projeyi yapan mühendis arkadaş havuzun hiç gerekli olmadığını, yazın havuzda bekleyecek suda buharlaşma ile önemli su kaybı olacağını, havuzda yosunlaşmanın damlatıcılarda tıkanma riskini arttırabileceğini, havuz seviyesindeki tarla bölümlerinde yeterli cazibe olamayacağından ilave bir pompa çalıştırmak gerekeceğini, oysa suyun direk olarak sisteme verilmesinin mümkün olduğunu söyledi. Arazi 4 eşit parsele bölünecek ve gerekirse her parselin ayrı ayrı sulanabilmesi sağlanacak, ana boru hatları yeraltına gömülecek, birkaç yıl sonra gerekli olacak 2. hatlar için çıkışlar hazır edilecek, her fidana basınç ayarlı 2 adet ve saatte 2 lt debili Netafim damlatıcılar kullanılacaktı. Sırtlarda toprak işlemesi yapılmayacağından laterallerin gömülmesine gerek yoktu. Ekip geldi ve hatlar döşendi, bağlantılar yapıldı. Bu arada Murat’a kuyu çevresine 3x4 m ebatlarında bir kulübe yaptırtmıştım. Jeneratör ve filtre-gübreleme sistemi de kulübeye yerleştirildi. Deneme çalıştırmasını yaptık. Ama iki yıldır kuyuda çalıştırılmadan yatmakta olan dalgıç pompa, içinde partiküllerin birikmesi sonucu arıza veriyordu. Kuyudan çıkartıp bakıma gönderip yeniden kuyuya indirdik. Gene iki yıl önce almış olduğum benzinli 2. El jeneratör de sorun çıkarttı. Üstelik ummadığım kadar çok yakıt tüketiyordu. Onu da verip yeni ve daha güçlü dizel bir jeneratör aldım. Artık sorunsuz çalışan bir damlama sulama sistemim de olmuştu.

Sıra kuzey sınırımda bir rüzgar perdesi oluşturmaya gelmişti. Kuzeyde oluşturulacak bir perde arazinin güney cepheli olması nedeniyle ağaçlarımın güneşlenmesine hiçbir şekilde engel olmayacaktı. Açık arazide, esintinin bazen istenenden fazla olabileceği bir dağ zirvesindeydim. Her ne kadar çevrede meşelikler varsa da boyları kısa bir cinstiler ve beklediğim yararı gösteremeyebilirlerdi. Kuzeyli rüzgarların şiddetinin azaltılması, aşırı soğuk ve fırtınalı kış günlerinde ağaçlarda hasarlanma, dal kırılması gibi riskleri azaltabilir, döllenme mevsiminde de aşırı rüzgarlar nedeniyle oluşabilecek döllenememe problemlerine önlem olabilirdi. Kullanacağım bitkinin kışın iyi bir perdeleme yapabilmesi için yaprak dökmeyen bir tür olmasını istiyordum. İbreliler içinde mavi selvi İç Anadolu’nun soğuklarına en iyi adapte olabilen, en hızlı büyüyerek 10-15 metreye kadar boylanabilen, tepesi kesilse de yaşamaya ve büyümeye devam edebildiği için boyu istenilen yükseklikte ayarlanabilen bir çit bitkisi olarak öne çıkıyordu. Kızılcahamam Orman Fidanlığı’ndan 250 adet ortalama 70 cm boyunda tüplü fidan alarak kuzey sınırı boyunca 2’şer metre aralıklarla diktirdim ve hereklerini bağlattım. Damla sulamadan onlara da hat çektirdim. Cevizlerim verim vermeye başlayana kadar bir yandan da rüzgar perdesinin oluşacağını umuyordum.


Name:  056.JPG
Views: 5057
Size:  68.0 KB


Tüplü fidanlarımı sonbaharda dikmeği planlamıştım. Ama Sn.Ramazan Ekiz telefonla o yıl yazın aşırı sıcak gitmesi nedeniyle seralardaki tüplü fernor fidanlarının bekledikleri gelişmeyi gösteremediğini, boy ve gövde çaplarının küçük kaldığını, bana istersem çok iştahlı büyümüş olan açık köklü fidanlarından verebileceğini, bunun bana 1 yıl kazandıracağını söyledi. Denizli’ye gidip fidanları yerinde gördüm. Gerçekten de açık köklülerin boyları 2,5 metre civarında ve gövde çapları tüplülerin 3 katı kadardı. Açık köklü fidanlarda karar kıldım. Ama fidanların yaprak dökmesini beklemek gerekiyordu. Denizli’de vejetasyon süresi uzundu. Ramazan Bey sevkiyatın Aralık ayı içinde yapılabileceğini öngörüyordu.

Beklerken dikim için gereken hazırlıkları yapmağa koyuldum. Fidanlar köye ulaştığında indirilmeleri, köyden bahçeye nakledilmeleri, bekletilmeden en kısa zamanda hendeklenmeleri, dikilecek fidanların kök tuvaletlerinin yapılması, tepelerinin 3-4 göz üzerinden vurulması, kesi yerlerinin aşı macunu ile kapatılması, nogall uygulaması yapılması, açık fidan çukurlarına yarımşar kg toz kükürt verilerek kapatılması, fidanların gerekirse dikim tahtaları kullanılarak aşı yeri 5-10 cm toprak üstünde kalacak şekilde dikilmeleri, hereklerinin çakılması, cansularının verilmesi, sonra da kış soğuklarından korunabilmeleri için kümbetlenmeleri gerekiyordu. Bu işlerin aksamadan yürüyebilmesi için bir zirai danışmanlık firması ile anlaştım. Daha önce çitleme işinde ağzım sütten yandığı için bu sefer yoğurdu üfleyerek yiyecektim. Olmasını istediğim her şeyi madde madde yazarak bir sözleşme imzalattım. Bu arada Ankara’da kış bastırmış, tarla karla kaplanmıştı.

Name:  007.JPG
Views: 5025
Size:  63.2 KB


Dikim sözleşmesi yaptığım firma yetkilisi Ziraat Mühendisi Sn. Tamer Tanrıverdi idi. Kendisiyle ilk tanışmam Ankara Gölbaşı’nda 3500 dönümlük Aydeniz Çiftliği’nin sorumluluğunu yaptığı dönemde olmuştu. Bu meşhur çiftliğin içinde bir baraj göleti oluşturulmuş, dağ taş teraslanmış, onbinlerce ağaç dikilmiş ve damlama sulama sistemleriyle donatılmıştı. Tamer Bey bu çiftliğin sorumlu mühendisliğini yıllarca yaptıktan sonra ayrılıp iki mühendis arkadaşıyla bu zirai danışmanlık firmasını kurmuştu. Tamer Bey ‘bitki koruma’ uzmanı, 2. Ortak önemli bir Ziraat Fakültesi’nin ‘bitki besleme’ bölümü başkanı idi.

Fidanlar Aralık ayının ilk haftası sonunda kapalı kasalı bir araçla yola çıktı. Hava dona çekmişti. Kamyon şöförü kar ve tipi nedeniyle yolculuğuna gece devam edememiş ve mola vermişti. Telefonla görüşerek arabayı sürekli rölantide çalıştırmasını söyledim. Titreşim ve egzoz ısısı fidanları donmaktan koruyabilirdi. Nitekim ertesi gün köye gelen kamyonun kasası açıldığında içindeki plastik pet şişelerdeki suların donmamış olduğunu görerek rahatladık. Fidanları Murat’ın ağıla indirdik, kökleri biraz nemlendirdik, üzerlerine branda çektik, elektrikli bir ısıtıcıyı çalıştırarak o geceyi sabaha erdirdik. Ertesi gün fidanlar sahaya nakledildi ve önceden hazırlanmış olan çukurlarda hendeklendiler. Kökler ve gövdelerin alt 40 cm’lik bölümleri tamamen toprağa gömüldü, üzerlerine 30 cm kadar toprak yığıldı. Toprak donmuştu ve dikim için uygun hava koşullarını beklemekten başka seçeneğimiz yoktu. Fidanların 2 metre kadar kısmı açıkta olduğundan hafta hafta Murat’tan bilgi alarak soğuk hasarı olup olmadığını izledim. Kış boyunca birkaç fidanda uçların kararması dışında ciddi bir soğuk hasarı oluşmadı. Bir yandan sürekli meteorolojik tahminleri izleyerek dikim için uygun bir zaman kolluyordum.

Şubat 2014’de havalar son derecede güzel gidiyordu. Toprakta don çözülmüş ve tava gelmişti. Hemen harekete geçtik. Önce Murat’la tozlayıcıları belirten herekleri çukurlara dağıttık. Fernette, Ronde de Montignac ve Meylannaise’lerin hereklerini farklı renkli sprey boyayla işaretledik ve piketaj planımdaki yerlerine yerleştirdik. Tozlayıcı oranım toplam %6 idi. 2 sıra sırf fernor, sonraki sıra 5 fernor 1 tozlayıcı şeklinde gidiyor ve bu düzen hep tekrar ediyordu. Bu şekilde her tozlayıcılı sıra sol ve sağında yer alan birer fernor sırasını tozlayacaktı. Bu düzenin hasat sırasında türlerin karışıp standardizasyonun bozulmaması için de kolaylık sağlayacağını umuyordum.

Daha sonra Tamer bey 3 adamıyla geldi ve hazırlıklar başladı. Bütün dikim çukurlarına 0.5 kg toz kükürt atıldı. Fidanlar hendeklerinden çıkarıldı, 3-4 göz üzerinden tepe vurumları yapıldı. 2,5 metrelik fidanlar ortalama 40-50 cm boya indirildi. Kesi yerleri özenle aşı macunu ile kapatıldı, kök tuvaletleri yapıldı. Gruplar halinde tekrar dikime kadar kalacakları hendeklere konuldu, kökleri toprakla örtülerek sulandı.

Dikim çukurlarının tek tek kürekle kapatılması çok fazla işgücü gerektireceğinden, o sırada başka bir nedenle köyde bulunan bir greyderi kiralamaya karar verdik. Greyder sırtların üzerinde bıçağını 50 cm yükseklikte tutarak aşağıdan yukarıya birer kere gitti ve çukur alt kenarlarında yığılı tüm öbekleri tekrar çukurlara doldurarak 2-3 saatte sırtları eski haline getirdi. Bu işlemden önce çukur yerlerinin kaybolmaması için herekler tekrar sıra aralarına aynı hizada yatırılmıştı. Artık dikime hazırdık.

22 Şubat’ta çavuşlarının yönetiminde 15 kadar Güneydoğulu işçi geldi. Hava yaz günlerini aratmayacak sıcaklıktaydı. Çoğu kadın ve kız, bir kısmı hiç Türkçe bilmeyen Suriye’li göçmen olan bu işçilere önce toplu olarak dikimlerin nasıl yapılacağını uygulamalı olarak gösterdik, sonra 5 ekip oluşturduk. Taban gübrelemesine ihtiyaç yoktu. Tamer Bey, onun 3 adamı ve ben birer ekibe nezaret edecek şekilde işbölümü yaptık. Murat da köklerin açıkta ve rüzgarda uzun süre beklememesi için hendeklendikleri yerden partiler halinde fidanları getiriyor, ekipler ilerledikçe römorku hareket ettiriyordu. Römorkun üzerine yüklenmiş 2 varilin biri su, diğeri nano-cop çözeltisi içeriyordu. Tamer Bey nano teknoloji ile imal edilmiş bu bakır çözeltisinin bitkinin içlerine nüfuz ederek mantar ve bakterilerden koruduğunu söylüyordu. Fidanlar önce su dolu varile daldırılıp kökleri topraktan temizleniyor, sonra ilaçlı su içeren varilde bir süre tutulup dikim için çukurlara dağıtılıyordu. Zaten defalarca gevşetilmiş toprakta birkaç kürek darbesiyle 30 cm kadar birer çukur açılıyor, fidanlar aşı yerleri güneye bakacak şekilde, aşılı sürgün hakim rüzgar yönüne bakacak şekilde çukurlara oturtuluyor, çukur içinde varsa iri taşlar çıkarılıyor, toprak doldurulurken en az iki kez çiğneniyor, aşı boynu en az 5 cm dışarıda bırakılarak dikim tamamlanıyor, herekler kuzeydoğu yönünde fidana 20 cm mesafeye çakılıyordu. 1 aylık meteorolojik tahminleri incelemiş ve artık aşırı bir soğuk olmayacağını öğrenmiştim. Bahar çok yaklaştığından kümbetlemeden vazgeçtim. İlk gün fidanların yarısı dikilmiş, herekleri çakılmıştı. 2. Gün yeni ve erkek ağırlıklı başka bir ekip geldi ve dikimler tamamlandı. Sonraki birkaç gün Murat tankerle tek tek fidanlara 30’ar litre cansuyunu verdi. Fidanlarım toprakla sonunda buluşmuştu. Başvuru dilekçemin üzerinden 3 yıl geçmiş, yaşım 54 olmuştu ama çok mutluydum. Artık ben de “bir ceviz bahçem var” diyebilecektim.


Polatlı’daki yerli cevizle kurulu tüm bahçeler bu yıl da dondan etkilenmişti. Bazı bahçelerde 30 Mart donu sonrası dallarda %40’a varan kurumalar, hatta ağaç kayıpları gözlenmişti. Benim köyün yerli cevizleri Nisan ortasında hareketlendiğinden dondan etkilenmemişlerdi. Heyecanla fidanlarımın tomurcuklanmasını bekliyordum. Forum sayesinde takip edebildiğim Necip Bey’in Kırşehir Mucur’daki bahçesinde yapraklanmanın 28 Nisan’da başladığını okumuştum. Muhtemelen 24-25 Nisan gibi gözler kabarmıştır dedim. Benim bahçenin İlk dikim yılı olması ve biraz rakım farkını da göz önünde tutarak 10 gün daha geç hareketlenebilir diye umuyordum. Murat’a her gün gözlerde kabarma var mı diye soruyor, “Yok hocam, ama fidanlarda kuruma belirtisi de yok” cevabı alıyordum. 5 Mayıs’ta hala bir hareket başlamayınca endişelenmeğe başladım. Daha önce pek denenmemiş bir uygulamayla her fidan başına en az 250 kg eski ahır gübresi kullanmış olduğum için aklıma her türlü ihtimal geliyordu. Neyse ki fidanlarım beni daha fazla bekletmediler. 6-7 Mayıs’ta birkaç fidanda gözler kabarmış, 9 Mayıs’ta ilk 3 fidanda tomurcuklar açmıştı. Gerisi pıtırak gibi geldi, fidanlar gün gün, hafta hafta uyanmağa devam ettiler.

Murat sıra aralarında kazayağı ile sürüm yaparak otları yok etmiş, ama ilk yıl olması ve fidanların hassasiyeti nedeniyle sıra üzerlerinde ilaçlama yapmamıştık. Sırtlardaki yoğun gübreden mi, yoksa sürekli yağmakta olan yağmurlardan mı bilmiyorum, sıra üzerlerinde yoğun bir otlanma vardı. Murat sürekli olarak fidanların diplerinden süren sürgünleri buduyor, damla sulamayla MAP gübrelerini veriyordu. Bu arada bir gün yakındaki bir köyde konaklamakta olan güneydoğulu işçilerden bir grup getirerek tüm fidanların diplerindeki otları 120 cm çaplı bir daire içinde tamamen yoldurmuştu. Sıra üzerindeki otların hardal otu ve ekin otu denilen iki zararsız ot olduğunu, bunların zaten gündönümü (21 Haziran) itibarı ile sararıp solacağını, fidan çevrelerindeki otlar yolunmuş olduğundan fidanların besinine, gübresine ortak olmayacaklarını söylüyor ve kalmalarını öneriyordu. Sırtlardan erozyonla toprak kaybını önlemek, rutubeti muhafaza etmek gibi yararları da göz önünde tutarak önerisini kabul etmiştim.


Name:  007.JPG
Views: 4898
Size:  69.4 KB


24 Mayıs günü gene araziyi dolaşmış, fidanları ve genel görüntüyü fotoğraflamış, geri Polatlı’ya doğru yola çıkmıştım. Yolda yağmur başlamıştı. Eşime telefon açmış, bahçede fidanların yaklaşık %90’ının açmış olduğunu, birçok sürgünlerin 10-20 cm’ e ulaştığını müjdelemiş, biraz uzunca konuşmuştum. Telefonu kapatır kapatmaz yeniden çaldı. Arayan Murat’tı. “Hocam size ulaşamadım, tarlayı dolu vurdu, gelebilirseniz geri dönün” diyordu. Sesindeki üzüntü ve panik, gizlemeğe çalışsa da hissediliyordu. “Tam yarım saattir fındık büyüklüğünde dolu yağıyor, tarla bembeyaz oldu, herhalde sürgün falan kalmamıştır, ben kendimi kulübeye kadar zor attım. Göz gözü görmüyor, yanımıza yöremize yıldırımlar düşüyor. Gelip fotoğraflayabilirseniz iyi olur, belki sigortaya falan başvurmak gerekebilir” diyordu.” Tamam Murat, telaşlanma, canın sağolsun, olan olmuş zaten, geliyorum” dedim. Hemen geri döndüm. Murat’ın dediğine göre köyde son 15 yılda dolu görülmemişti. Benim fidanlarımın sürgün vermesini beklemiş olmalıydı.

Köye ulaştığımda yağmur şiddetini iyice arttırmıştı ve son hızla çalışan sileceklere rağmen önümü görmekte çok zorlanıyordum. Köyden tarlaya giden yolda yerler doluyla bembeyazdı ve kaya kaya ilerleyebiliyordum.


Name:  015.JPG
Views: 4779
Size:  69.5 KB


Bir süre sonra yolda sular 30-40 santim yükseklikte bir dere halinde üzerime gelmeye başladı. Yağmurun şiddeti anlatılabilir gibi değildi. Sanki gök yarılmıştı ve dev kazanlarla üzerimize sular boşaltılıyordu. Çok zorlanarak da olsa tarlaya ulaştığımda sıra üzerlerinin bembeyaz doluyla kaplı olduğunu gördüm. Sıra aralarının ise hepsinde ayrı bir dere oluşmuş, aşağı doğru hızla akıyordu.

Yağmur aynı hızla devam ediyordu. Herhalde Polatlı’nın bir yıllık yağışı bir günde yağmağa karar vermişti. Arabada Murat’la oturmuş, çılgınca çalışan sileceklerin elverdiği ölçüde karşıdan tarlayı çaresizce seyrediyorduk …

Name:  018.jpg
Views: 4816
Size:  27.2 KB


Yağmur şiddetini kesmiyor, sıra aralarımda oluşmuş dereler de suyu büyük bir gayretle tarla dışına drene ediyordu. Arabanın geri dönüşte yola saplanması riski giderek arttığı için daha fazla beklemedik ve köye döndük. Hasar tespitini ertesi gün Murat yapacaktı. Ziraat Bankası'ndan sertifikalı fidan kredisi kullanırken bir sigorta yapmışlardı ama ne sigortası olduğunu sormamıştım. İlgili arkadaşı cepten aradığımda yapılan sigortanın benim hayat sigortam olduğunu, tarım sigortası yapılmadığını söyledi.

Ertesi sabah Murat erkenden çizmelerini kuşanmış, tarlayı dolaşmış, hasar raporu için beni aramıştı. Hiçbir fidanın gövdesinde gözlenebilir en ufak bir hasar yoktu. 60-70 cm boyundaki hardal otları fidanların çevresinde kalkan görevi görmüş, kuzeyden 45 derecelik açıyla gelen doludan kendileri tamamen yatmış, ama fidanların gövdeleri korunmuştu. Yaprakların yaklaşık üçte birinde yırtıklar, delikler, kararmalar oluşmuştu ama bunun bir önemi yoktu. Yenileri hızla çıkmağa devam ediyordu. Murat'ın sırtlardaki otların muhafazası yönündeki ısrarı bu badireden fidanlarımızı korumuştu. Belki de benim Murat'ta gördüğüm o bilgelik, tabiatı tanımanın ona kazandırdığı önsezilerinden kaynaklanıyordu.

Bu arada kendi hakkımı da yemeyeyim. Bir aydır hemen her gün yağan yağmurlarla zaten suya doymuş bu tarla, üzerine 24 Mayıs'ta yağan binlerce ton suyu drene edecek eğime, doğal drenaj kanallarına sahip olmasaydı, fidanlarımın hali ne olacaktı düşünmek bile istemiyorum. İlla eğimli arazi aramanın, sırta dikimin, sırtı yüksek tutmanın, eğim yönünde konumlandırmanın ödülünü şimdiden almaya başlamıştım.

Bu yazının bir yerlerinde 'Arazi dağın zirvesinde konumlandığından, sel baskını riski sıfırdı' diye yazmıştım. Daha yazının mürekkebi kurumadan yalancı çıkmış, zirvede bile seli görmüştüm.Küresel ısınmanın mevsimleri ve meteorolojik olayları giderek "öngörülemez" hale getirdiği günümüz dünyasında; benim cevizcilik yapmak isteyen tüm kardeşlerime naçizane tek bir tavsiyem olabilirdi: Lütfen eşeğinizi önce sağlam kazığa bağlayın, sonra Allah'a emanet edin...


MALİYET

Bir ceviz bahçesinde maliyet hesaplamasında en önemli faktör arazi alım bedelidir. 10 yıl sonrası için kar-zarar projeksiyonu yapacaksanız; tarlayı satın alıyorsanız aldığınız bedeli, sahibiyseniz o günkü rayiç bedelini bileşik faizle 10. yıla kadar taşıyacaksınız. Her yaptığınız harcama bu şekilde 10. yıla taşınacak. Eğer bu işi içindeki ağaç sevgisinden değil de sırf kar amaçlı yapacak arkadaşlar varsa, bence hemen vazgeçsinler, çünkü çok daha kısa sürede yatırımlarını geri döndürebilecek başka alanlar bulabilirler. Benim hazine arazisi biliyorsunuz “hemen hemen” para verilmeden alındı, o yüzden bu projeksiyonda birkaç adım önde olacağımı tahmin ediyorum. Ama tahsis için uğraşılan iki yıl boyunca köye, Polatlı’ya ve Ankara içindeki devlet dairelerine gidiş gelişlerde harcanan yol paraları ve Murat’ın maaşları dışında, asıl olarak harcadığım onca emeğin, devlet dairelerinde geçirdiğim abartısız yüzlerce saatin, çektiğim eziyetlerin, yaşadığım streslerin karşılığını kim para olarak belirleyebilecek?

Tapulu tarla da Polatlı’nın en fakir köyünün, dağın zirvesinde yer alan (o zaman için) susuz ve taşlı bir tarlası olduğundan, köylülere göre oldukça pahalı, bana ve size göre çok ucuz bir fiyata alındı. Bu fiyat hiç kimse için bir örnek teşkil edemez.

İşe başladığımdan beri, yol ve yemek paraları hariç harcadığım her şeyi not alıyorum, ama inanın toplamadım ve ben de bilmiyorum. Zaten pek çok şey de krediyle yapıldığı için maliyet hesaplaması için biraz muhasebe bilmek gerekiyor. Ziraat Bankası kredilerinde tutarın ¼’ünü peşin yatırıyorsunuz, kalanını 5 yılda 5 eşit taksitte, yıllık 5% faizle ödüyorsunuz. Bir de Ziraat Bankası’nın işletme kredisi var ki, 1 yıl vadeli ama dönem sonunda %5 faizini ve anaparayı ödediğinizde bir haftada aynı krediyi yeniliyorlar. Yani size anaparayı 1 haftalığına borç olarak verebilecek bir eşiniz, dostunuz, yakınınız varsa , bu kredi işletmenizden gelir elde etmeğe başlayana kadar ya da ödeyip kurtulayım diyene kadar sürekli sirküle edilebiliyor. Nakit olarak çekilebilen ve istediğiniz gibi harcayabileceğiniz bir kredi. Arazi büyüklüğünüze göre veriliyor. Ben 40.000 TL almıştım ve çok işime yaradı. Akılda bulunmasında fayda var.

Traktör, römork, pulluk, kazayağı, su sondajı, damlama sulama yaptırılması, dalgıç pompa, jeneratör, fidan bedeli, tel çitleme gibi giderlere ait fiyatlar internette kısa bir araştırmayla üç aşağı beş yukarı belirlenebilir.

Gene de merak edenler için ne aldım, ne verdim biraz paylaşayım.

Şu anda 51 dönüm hazine arazisi için ödemekte olduğum yıllık kira bedeli toplam 150 (Yüz elli) TL.

62 dönüm arazi için devletten almayı hak ettiğim destek, 42.000 TL'si Orman Bakanlığı’ndan, 6.200 TL'si Tarım Bakanlığı’ndan olmak üzere toplam 48.200 TL. Orman Bakanlığı 32.000 TL’yi Mayıs sonunda ödedi, kalan 10.000 TL’yi ağaçlarımın bakımını yaparsam sanırım 2 yıl içinde iki taksit halinde alacağım. Tarım Bakanlığı’nın desteği de Kasım gibi ödenecekmiş. Ayrıca bu yıl ÇKS gübre-mazot-toprak analiz desteği olarak 700 TL civarında bir para aldım.

Notlarıma şimdi baktım. Altyapı hazırlığı olarak uzun uzun anlattığım 4 aşamalı işlem için toplamda 51.000 TL harcamışım. Buna çukurların açılması, tekrar doldurulmaları, dipten çıkan toprağın sıra aralarına serilmesi, 20’şer tonluk kamyonların toplam 50 sefer yaparak 15 kilometreden kum, toplam 53 sefer yaparak da 7 kilometreden beklemiş ahır gübrelerini çekmesi, 3-4 dönüm yüzey toprağının (yaklaşık bin ton) sıyrılarak ve diğer malzemeyle harmanlanarak dikim harcı oluşturulması, çukurlara dağıtılması, sırtların oluşturulması ve tekrar çukurların açılması dahil.

Özetle devletten aldığım ve alacağım desteklerin toplamı, sadece altyapı masrafımı karşılamış. Diğer tüm harcamaları kendi olanaklarım ve kredilerle halletmişim.

Kabaca 2000 ağaç için 50.000 TL altyapı yatırımı yapmışım. Aslında hazine arazisinin yanı sıra bunu da devletten almışım ya da alacağım.

Her fidan için 25 TL altyapı yatırımı yapmışım. 1/2 kg iç ceviz parası eder. Her fidanımın altına yarım kg iç ceviz gömdüğümü düşünüyorum. Eminim ki fidanlarım benden aldıkları bu borcu, hayatları boyunca yüzlerce misliyle geri ödeyeceklerdir.

İçinizde bu paraya bu iş nasıl yaptırıldı diyecekler olabilir. Onlara da nasıl yaptırıldığını aşağıdaki “kılavuz”la anlatmaya çalışayım:

“ACEMİ” CEVİZCİ ADAYININ “KURT” KEPÇECİLERE KARŞI MÜCADELE KILAVUZU

Fiyat almak için kurt kepçecinin ofisine, işlerin tamamen durmuş olduğu, kepçecinin giderlerini karşılamakta iyice sıkıntıya düştüğü karlı buzlu kış günlerinden birinde gidilir. Asla işlerin yoğun, burunların havada olduğu ve kıl aldırılmadığı bahar ve yaz aylarında gidilmez.

Aslında kurt kepçeciye mahkum olunduğu ona asla hissettirilmez. Maddi gücün sınırlı olduğu, bölgedeki tüm kepçecilerden fiyat alınacağı, en düşük fiyatı verene işin yaptırılacağı özellikle belirtilir.

İlçede başka kepçeciler varsa aynı işlem onlarda da tekrarlanır.

Kesin olarak götürü usulü iş verilir. Saat veya gün başına anlaşma yapılması durumunda işlerin iki katı uzun sürede yapılması kaçınılmazdır.

Yapılması istenen bütün işler açık ve net olarak madde madde yazdırılır. “ Söz uçar yazı kalır.” Kurt kepçecinin sonradan “Hocam biz öyle konuşmamıştık, öyle anlaşmamıştık, sözleşmemizde öyle bir madde yoktu” demesinin önü peşin peşin kesilir. İki nüsha olarak hazırlatılan bu sözleşmenin bir nüshası kepçecide bırakılır, bir nüshası cebe konulur.

Mutlaka işe en geç başlama tarihi, işin kesin teslim tarihi sözleşmede belirtilir. Bu şekilde kepçecinin kısa süreli diğer iş fırsatlarını kaçırmamak için günlerce ortadan kaybolması, dönünce “Hocam memlekette cenazemiz vardı, gitmek zorunda kaldık”lar, “kardeşimin düğününe gitmesem olmazdı”lar engellenir.

Ödemenin miktarı ve zamanı sözleşmede belirtilir. Böylece daha ilk günden “Hocam mazot paramız yok biraz para alabilir miyiz?”ler ya engellenir veya engellenemiyorsa da hazırlıklı bulunulur.

Sözleşme hükümlerinde kurt kepçecinin işi üstünkörü yapması veya savsaklayıp geciktirmesi halinde uygulanacak, caydırıcı miktarda bir tazminat maddesi mutlaka bulundurulur. Anlaşmazlık hallerinde, bulunulan şehrin mahkemelerinin yetkili olduğunu belirten son madde ile de caydırıcılık arttırılır, kepçecinin eli kolu bağlanır, kaçacak delik bırakılmaz.

Kurt kepçeciler hafriyat fiyatlarını metreküp olarak hesaplarlar. Acemi cevizci adayı, aslında dikim çukurlarının 150x180 cm en ve boyunda, 150 cm derinliğinde olmasını, yani fidan başına 4.05 metreküp hafriyat yapılmasını ister. Ama kepçecilere her fidan için “en az 120 x 120 cm en ve boyunda, 150 cm derinliğinde” çukurlar istediğini belirtir. Kepçeciler fidan başına (120x120x 150 = 2.16) metreküplük hafriyat üzerinden belli bir sabit metreküp fiyatını fidan sayısıyla çarparak götürü usulü fiyat verirler.

Aslında acemi cevizci adayı, kurt kepçecilerin kullanacağı kepçenin genişliğinin 130 cm olduğunu, her iki kenarında da 10’ar cm’lik ‘kazma’ denilen çıkıntıların bulunduğunu, toprağa daldığında en az 150 cm eninde bir çukur açmak zorunda olduğunu önceden bilir. Gene hızlı çalışmak isteyen, götürü usulü aldığı bu işi bir an önce bitirip başka bir işe koşmak zorunda olan kepçecinin, 150 cm derine girdikten sonra geri çıkış noktasının 120 cm’de olamayacağını, en az 180 veya 200 cm’de geri çıkarak çukur boyutlarını 150 x180 x 150 cm’ye getireceğini de bilir. Böyle bir şeyi bilebilmek veya düşünebilmek için, “her eve lazım” dedikleri türden, her işten anlayan, geçmişte kepçe operatörlüğü de yapmış bir elemanın önceden istihdam edilmiş olması şarttır.

Kurt kepçeciler çalışmaya başlar. Acemi cevizci adayı hiçbirşey demeden, onlar kendi kendilerine ve gönüllü olarak 150x180x150’lik çukurları açarlar. Bir süre sonra “bu işte galiba bir yanlışlık var, biz planladığımızın iki katı hafriyat yapıyoruz.” dediklerinde artık iş işten geçmiştir.

Kurt kepçecilerin “Hocam 24 gündür burada sadece mazot parasına çalıştık, inan olsun bu işten bir şey anlamadık” yakınmalarına bıyık altından gülünürse de, bir şey belli edilmez.


Onların bir şey kazanmadan gitmeleri vicdana sığmayacağından, nispeten iyi para kazandıkları kamyonla kum ve gübre taşıma işinin miktarı, planlanmış olandan önemli miktarda arttırılarak küsmemeleri, biraz para kazanmaları ve mutlu olmaları sağlanır. Zaten acemi cevizci adayları bedava buldukları kum ve gübreden ne kadar çok getirtirlerse, tarlaları o kadar bayram edecektir.




SON SÖZ


Bu bahçe büyük bir sabır ve emekle yaratıldı. Beş yıldır her gün poliklinikte ortalama 70-80 hasta baktıktan sonra hastanede ayda 6-7 gece nöbet tutuyor, sabaha kadar doğum ve ameliyatlarla uğraştıktan sonra nöbet ertesi izin günlerimde bu işle ilgileniyor, bürokratik işleri takip ediyor, Ankara, Polatlı ve köy arasında mekik dokuyordum. İki yıl arazi arama, üç yıl da bulduğum bu araziye sahip olma ve adam etme faaliyetleri ile geçti. Doğruları aramaya ve yapmaya çalıştım, ama muhakkak ki pek çok da yanlış ve eksik işler yaptım. Şu an daha işin başındayım. Ceviz hakkında öğrenebildiklerim, henüz bilmediklerimin yanında solda sıfır.

Şu an itibariyle fidanlarımın keyfi gayet yerinde, çok geç uyanmalarına rağmen pek çok sürgün şimdiden 40 cm’yi bulmuş durumda.

Meslek yaşantımda binlerce çocuk doğurtmuştum. Şimdi de 1860 tane yeni çocuğum olmuş gibi sevinçliyim. Onları büyütürken de deneyimlerimi paylaşacağım.

Bu zorlu süreç boyunca başta maddi manevi her sıkıntımı paylaşan sevgili eşime, arazi seçimi konusunda hiç unutamayacağım katkılar sağlayan Sn. Burhanettin Sütçü’ye, tür seçimi konusunda ısrarla Fernor’u işaret eden Sn. Yaşar Akça’ya, dikimlerimi yapan Etüd Zirai Danışmanlık’tan Sn. Tamer Tanrıverdi’ye, sağlıklı fidanlarımı temin eden Ekiz Fidancılık’tan Sn.Ramazan Ekiz ve Okan beye, köydeki elim ayağım ve gözüm olan Murat kardeşime, pek çok bilgiyi öğrendiğim siz değerli Forum üyesi ceviz dostlarına sonsuz teşekkürler.

Bu paylaşımı okuyan tüm forum üyelerinden ricam, görüş, yorum, öneri, eleştiri, akıllarına ne geliyorsa iki satırla dahi olsa ifade etmeleri. Her şey gönlünüzce olsun.


Bu yazı Ağaçlar.Net'in forum sayfasından alıntılanmıştır.
Yazının sahibi jinekolog1959 rumuzulu katılımcıdır.

https://www.agaclar.net/forum/ceviz/34825.htm


Azim dolu bir hikayenin ardından bugünümüze de notumuzu düşelim.
Bir Hint atasözü der ki;
Başarının gerçek ölçüsü, başkalarına göre ne kadar güçlü olduğunuz değil, dünkü koşullarınızın neresinde olduğunuzdur.

Günlerden Salı
Ocak 2017






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Lolita'nın kayıp hikayesi (2)

Sen beni unutamazsın

Almanya'dan Mektup Var (3)