Toprağın Çocukları filmine dair eleştirilerim


Facebook'ta bir iletişim uzmanı arkadaşımız var: Esra Dereobali
Sayfasında, köy enstitülerini anlatan ''Toprağın Çocukları'' adlı sinema filmini paylaşıp, izlenilmesi için tavsiyede bulunulmuş.
Direniş mireniş diyerek sol jargona yatkın iddialı cümleler kurmuş.
Köy enstitülerine ilişkin kafamda bir takım yerleşik bilgiler var ama bunun sinemaya yansıması nasıl olmuş açıkçası bende merak ettim.
Sevgili arkadaşım Esra Dereobali'nin tavsiyesine uyarak filmi izledim.

Şimdi, hem filme hem de köy enstitülerine yönelik düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

toprağın çocukları ile ilgili görsel sonucu


FİLME DAİR: İlk önce şunu belirtmek isterim: Filmde Ufuk Bayraktar gibi hayranı olduğum birinin olması filmin tek artısı. Suzan Kardeş'in Balkan ezgileri de güzeldi.
Her ne kadar düşük bütçeyle yapılmış olsa da kötü diyaloglar ve berbat yönetmenlik gözden kaçmıyor.
Film maalesef çok sığ bir politik yaklaşım ortaya koymakta. Aynı şekilde aşk hikayesi de tam yansıtılmamış.
Apaçık taraflı bir filmdir.
O günlerde mevcut iktidarın bile Hitler yanlısını olduğunu düşünürsek, filmdeki sosyalist vurgular çok yapay olmuş.

Film izlerken biraz da inandırıcılığın aranması gerektiğini düşündüm.
Resim salonunda duvarda kocaman bir Atatürk resmi var.
O yılları bilen bilir, paradan bile Atatürk resimleri kaldırılmıştı.
Her yerde milli şef İnönü'nün resimleri vardı.

Film 1945'i anlatıyor. O yıllarda CHP iktidarda.
Köy Enstitülerini kuran da CHP iktidarıdır.
Bırakın birinin o okullara musallat olmasını, kimse yan gözle bile bakamazdı.
Filmin çekim kalitesi de düşük ve senaryo sorunu var ama kısa sürede ve az bütçe ile yapıldığı için bunu eleştiri konusu yapmıyorum.

köy enstitüleri ile ilgili görsel sonucu

KÖY ENSTİTÜLERİNE DAİR: Almanya'da henüz ortaokuldayken Almanca öğretmenimiz bize Hitler-Jugend (Hitler Gençliği) adında bir kitap okutmuştu. Köy Enstitüleri deyince aklıma o kitap gelir hep.
O kitapta Jugendherberge denilen kampta kalan ir çocuğun hikayesi anlatılırdı.
Nazi Almanya'sının ideolojisinin çocuk yaşta öğretildiği bir eğitim kurumundan bahsediyorum.
Kemalizm'in enjekte edildiği köy enstitüleri ise bunun bir kopyasıdır.

hitler jugend ile ilgili görsel sonucu


Elbette eğitime katkıları olmuştur ama sanıldığı gibi sadece bir eğitim merkezi değildi buralar.

Enstitülerden hoşlanmayan kitlenin tek savı "din elden gidiyor, bunlar toprağımızı alacak" bazında değildi.
Kuran kursu yerine bir şeyler (en temelinde okuma yazma) öğrensin diye enstitüye yolladıkları çocuklarının bağlama yerine trompet çalmasından hoşlanmayan veliler yok muydu?
Burada dayatmacı bir anlayıştan söz ediyorum.
O kadar gül gülistan da değildi hayat.
Çocuklar akşama kadar zıplaya zıplaya ay çiçeği tarlalarında gezmiyordu.
Irgat gibi çalıştılar.
Onları avutan, "bir gün gelecek, tüm yurt eşit bölüşeceğiz her şeyi" inancıydı.
Babaları namaz kılan kimi çocuklar, aileleriyle de yabancılaştı.

Köy Enstitüleri 1946 yılında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'un "elinden alınarak" fiilen öldürülmüş oldu zaten.
Köy Enstitüleri'ni yaratan da, kendi eliyle öldüren de Milli Şef İnönü'dür.

Burada Engin Ardıç'tan bir alıntı yapalım.

Gelelim enstitülerin "solculuğu" efsanesine...
Köy Enstitüleri, faşist bir eğitim modelidir.
Bunlar, "köylüyü köyünde tutmaya, büyük şehirlere akın etmesini önlemeye yönelik" eğitim yuvalarıydı. Köylü çocuklarına "kendine yetecek" pratik bilgiler veriliyor (rençberlik, marangozluk, dülgerlik falan), bu arada keman ya da mandolin çalmak gibi "alafranga beceriler" de kazandırılıyordu.
Bu şekilde eğitilen köylü öğretmen de CHP'nin kırsalda tabanı, gözü kulağı, eli ayağı olacaktı... Çünkü sonuçta bunlar ilköğretmen okullarıydı!...  

"Köylüyü adam etmeye" yönelik bu tür girişimler, Alman faşistlerinin, özellikle Heinrich Himmler'in birtakım "ütopik" köy projeleriyle de örtüşür.

Yani Köy Enstitülerinin asıl amacı köylünün şehirlere göç edip "proletaryaya" dönüşmesini engellemeye çalışmaktı.


DİPNOT: Türk sineması sürekli yansıtmaya çalıştığı, ''solcular iyi, medeni insanlar, sağcılar ise kötü ve cahil'' klişesinden kurtulmalı.

Esra Dereobali'ye bu yazıyı yazmama vesile olduğu için teşekkür ederim.

Oğuz Ağca.
Bugüne dair de notumuzu düştük.
Ocak Perşembe 2017





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Lolita'nın kayıp hikayesi (2)

Sen beni unutamazsın

Duaya nail olmak