Özgür birey olmakla başa çıkamayan Nuki


la pianiste ile ilgili görsel sonucu


Günlerden Perşembe, Nuki her zaman ki gibi 12-12.30 arası moladan hastanenin en küçük sayılan arşiv odasına geri dönmüştü.
Masasında kayda geçip arşivlenmesi gereken yüzlerce evrak vardı. Hatta masada yer olmadığı için o küçücük odasında yerde bile kutular içinde arşivlenmeyi bekleyen evrak bekliyordu.
Oda küçük ve havasız olduğu için Nuki kapıyı açık bırakmıştı. Hastane koridorunda insanların sesleri geliyordu. Tam işine koyulacakken birden derinden gelen bir sese kulak kabarttı.
Ses kalın ve derinden geliyordu. Elli elli-beş yaşlarında bir erkek sesiydi. Nuki oldum olası genç kızlığından beri kalın ses tonuna sahip geniş çeneli, kaslı, geniş omuzlu, erkeksi ama bir o kadarda kendinden yaşça büyük erkeklerden hoşlanıyordu.
Nuki adamın yüzünü görmeden o otoriter sese kulak verdi dinlemeye başladı. Yüzünü görmediği bu adamın sesi Nuki'yi tahrik etmişti.
Nuki elindeki işlere konsantre olamaz oldu. Elindeki işi bıraktı, sandalyesine yaslandı ve gelen sesi dinlemeye başladı. Adamın ne anlattığı hiç önemli değildi, o adamın ses tonuna odaklanmıştı.
Nuki iyiden iyiye tahrik olmuştu. Elini masanın altından bacak arasına götürdü, ıslandığını fark etti.
Bir ara yerinden kalkıp çaktırmadan adama bakmak istedi. Ama sonra duyduğu sesle gördüğü görüntünün orantısız olacağından korktu.
Derinden gelen bu kalın sesi baba otoritesiyle özdeştiriyordu bilinçaltında.
Özgür birey olmakla başa çıkamayan sado-mazoşist fantazilerinin bir kurbanıydı Nuki.
Kalktı yerinden ayağının ucuna basa basa kapıya ilerledi. Kapının önünde dışarıdan gelen sese biraz daha kulak verdi ve sonra kapıyı kapattı. Anahtarı bir kez çevirdi.
Geçti yerine ve sandalyesine yayıldı.
Elini pantolonun üzerinden vajinasına götürdü. Üzerinde tuttu bir süre.
Gözlerini kapadı ve kendi kendini okşamaya başladı. İyice ıslandığını fark etti.
Pantolonun düğmelerini tek tek açtı, elini kilotun üzerinden tekrar vajinasına koydu.
Sertçe kendini okşamaya başladı. Kalp atışları öyle hal almıştı ki, adeta kulağında çınlıyordu.
Nefes alıp vermesi iyice hızlandı. Aklına dışarıdan gelen sesin sahibini getirdi.
Nasıl biriydi acaba? Kaslı, kuvvetli, geniş omuzlu muydu? Adamın kucağına oturduğunu hayal etti.
Çok kötü olmuştu. Adeta zevkten kudurmuştu. Elini kilotun altına soktu. Kilotu su içinde kalmıştı. Tekrardan okşamaya başladı. El hareketleri gittikçe hızlanıyor ve sertleşiyordu.
Sandalyeden aşağı doğru kaydının farkına varmamıştı bile. Aniden dizlerinin üzerine düştü.
Artık bütün vücudu masanın altındaydı.Ne yapsa bir türlü istediği sonuca ulaşamıyordu.
Oysa ki bütün bedeni bir yanardağ gibi patlamaya hazırdı. Bütün bunlar onu sonuca götüremeyecekti.
Görüştüğü uzaktaki sevgilisini aradı. Hemen konuya girdi. Çok kötüyüm boşalmam lazım yardımına ihtiyacım var dedi. Adam aniden gelen bu istek karşısında şaşkındı. Ne diyeceğini bilemedi ve Nuki'ye yardım etmek adına kendince bir şeyler söyledi.
Nuki bunlarla da yetinmedi. Adamdan ona kötü sözler söylemesini, ondan kendisine azgın bir fahişeye davrandığı gibi davranmasını istedi. Anlatımlarında hakaret etmesini, aşağılamasını, şiddet uygulamasını istedi.
Adam Nuki'nin dediği şekilde konuşmaya başladı. Adam telefonun diğer ucundan konuştukça Nuki vajinasına uyguladığı baskıyı iyice artırıyordu. Nihayetinde boşaldığında masanın altında sırt üstü uzanmış şekilde soluk soluğa kalmış şekilde kendisini buldu. Bir müddet öyle kala kaldı.
Sonra kalktı, üstüne başını topladı,kapıyı açıp hastane koridorundan tuvaletin yolunu tuttu.Dışarı çıktığında hastane koridorunda iki kadın oturuyordu sadece. Onu sesiyle bu hale getiren adam gitmişti.


Haneke'nin La Pianiste filminden (kadın psikolojisi ile alakalı yapılmış en iyi film olduğunu düşünüyorum) bir kesit gibi bu sahne, Nuki'nin yaşamı boyunca sık sık karşılaştığı bir durumdu.
Ne zaman, nerede, neyin onu bu hale getireceği hiç belli olmuyordu.
Babasının ilgisizliği, annesinin çıldırtıcı derecedeki baskısı, sevgiden uzak bir hayat, memnuniyetsiz yaşamın onu götürdüğü noktanın birer yansımasıydı hepsi.
Ruhsal doyumsuzluğu, tatmin eksikliği ve bu eksikliğin etkileri Nuki'ye çok pahalıya mal olmuştu aslında yaşamı boyunca.

Haneke'nin filmindeki sapkın piyano öğretmeni ile Nuki arasında inanılmaz bir benzerlik vardı.
Her iki karakterde de bireysel bir enkazın izlerini sürmek mümkün.
Nuki'nin annesiyle olan yıkıcı ilişki ve özgürlük hırsının onu ittiği yalnızlık ile Profesör Erika'nın  dramı patolojik açıdan birebir.
Aslında her ikisi de farklı bir şekilde sevilmek istiyor.
Nuki'nin annesi Sadist ve Narsist. Ayrıca patolojik derecede mükemmeliyetçi. Kızını sürekli kontrol altında tutmak istemiş.
Zira kendi hayatı da çöp annenin. Elinden iyi yemek yapmak dışında hiçbir şey gelmeyen tipik gurbetçi Türk kadını. Kızlarına müdahale ederek onların kaderlerini değiştirebileceğini sanıyor. Belkide kendisinin yaşamdan almadığı mutluluğu kızlarının da almamasını istiyor.
Anne Nuki'yi ayrı bir birey olarak görmek yerine kendi vücudunun bir parçası olarak görüyor.
Anne tamamen kontrolsüz bir figür. Çocukların babalarıyla olan ilişkisini de yine anne belirliyor. Baba evde pasif karakter.
Ailede baskın bir ebeveynin, sanırım özellikle baskın karakterli bir annenin olması tuhaf cinsel fantazi istekleri doğuruyor.
Erika eve geç geldi diye annesinin Erika'nın bütün elbiselerini kestiğini hatırlayın. Kadın psikozu.
Kızının kendinden daha kadın olmasını hazmedemiyor. Tıpkı Nuki'nin annesinde olduğu gibi.
Nuki'nin annesi de, zamanın değiştiğini kabullenmiyor ve kızlarının kendisine bağımlı kalması için elinden geleni yapıyor.
Netice ortada. On dokuz yaşını dolduran kız anneden kurtuluşu evden kaçışta buluyor.
Nuki'de bu hataya düşüyor ve hayatını bitiren onu bu hayatta yalnız kalmaya mecbur eden hatalar zincirinin ilkini işliyor. Babası yaşında bir adama kaçıyor.
Cinselliği doğru kişiden ve zamansız öğrendiği için sürekli şiddetle ilintili bir şey sanıyor.
Adeta şiddet, aşağılanma olmadan ruhu bir türlü doymak bilmiyor.
Kaçtığı adam onun o körpe vücudundan iğrenç ve sapık bir şekilde faydalanıyor.
Nuki'nin genç bedeninin ve genç ruhunun bunu kaldıramayacağını anlayınca zavallı kıza uyuşturucu vermeye başlıyor olan biteni kolay kabullensin diye.
Erika'nın uğradığı darp-tecavüz sahnesinin aynısını Nuki belki de defalarca yaşadı.
Erika gibi bir profesör olsa belki de başkaldırabilirdi. Ancak Nuki henüz on dokuz yaşında körpe bir kızdı.
Zamanla Nuki'de bütün bu olan biteni içselleştiriyor. Her şeyi kabul etmeye başlıyor.
Adamın arkadaşlarıyla düzenlediği kokain partilerine meze oluyor, sapık düşüncelerini sorgulamadığı gibi bir seks kölesi gibi itaat ediyor. Nuki cinselliği başka türlü tanıma fırsatına erişemiyor.
Adamın neredeyse her gece eve sarhoş gelip önce yorulana kadar dövdükten sonra tecavüz edercesine ilişkiye zorlamasını kanıksar hale geliyor.
Erika'nın Walter'in eline tutuşturduğu mektupta ne yazıyordu bir hatırlayalım.
-Yüzüme yumruk ve tokat at
-Yüzüme otur, karnımı yumrukla ve bende acıya dayanamayıp dilinle arkanı yalayım.
-Üzerime idrarını yap.
-Ve bütün bunları yaparken bana hakaret et.
Erika'nın bu mazoşizmin dibi denilecek isteklerinin hepsini Nuki yapmak zorunda kalıyor.
En tuhafı ise, Nuki o sapık adamda tatbik etiği şeylerin hepsini diğer ilişkilerinde de uyguluyor.
Zira Nuki farklı bir cinsellik biçimi tanımıyor.

Nuki bu hayattan iyiye dair beklentisini yitirmiş durumda. Nuki'ye göre iyi bir insan yok. İyi diye bir şey yok aslında.
Nuki hayata karşı boynunu eğmiş hasta bir at gibi dişlerini gösteriyor. Kimse ona yardım etmiyor, etmek istemiyor.
Ailesi tarafından bile zerrece sevilmediğini iliklerine kadar hissediyor. Herkes ona cansız gözlerle bakıyor. Kimse yükünü almıyor, hafifletmiyor.
Nuki'de bütün bu duyguları aşırıya kaçan cinsel arzularıyla gidermeye çalışıyor.

Erika'nın jiletle mastürbasyon yaptığı sahneyi göz önüne getiriniz. Banyo kanla doluyor.
Bu sahne Bergman'ın Cries and Whispers (çığlıklar ve fısıltılar) filminden esinlenilmiş bir sahneydi. O filmde yaşlı kocasının ilgisizliği karşısında Karin cam kırığını cinsel uzvuna batırıp kadınlığını bastırıyordu. bu öylesine etkileyici bir sahneydi ki, Haneke de bu imgeyi başarıyla Erika'nın bastırılmışlıklarının bir belirtisi olarak kullanmış.
Nuki de Erika'dan farklı değil.
Bir gün yine ruhunu doyurmak için, vibratörü makatına sokuyor ve öyle şiddetli gel git yapıyor ki, hem de kısa bir zaman da değil. Artık makatından kan gelmeye başlıyor ama Nuki bunun farkında bile değil. Sonra günlerce bunun ağrısını çekiyor ve yürüyemiyor.
Nuki'de hem açlığını hem de kadınlığını bu yolla bastırıyor. Sevmeyi ve sevişmeyi bilmeyen Nuki, sapkın görünen ve deliliğe özgü bir yöntemle bu sevgiyi karşılamak istiyor. En derinde büyük bir sevgi açlığı yaşayan Nuki böylece görünürleşmek istiyordu, belki de ilgi çekmek istiyordu.
Bir insanın var olduğunu hissedebilmek için kendine fiziksel zarar vermesi en rahatsız edici durumlardan biri olsa gerek.

Nuki'nin bu sınırlı dünya içinde anormalliğe doğru seyretmesini, daha doğru düzgün bir cinsel hayat yaşamamışken en sıradışı mazoşist fantezilere sahip olmasını normal kabul etmek elbette doğru değil. Ancak ailesiyle olan ilişkisinin ne denli sağlıksız olduğunu bilince en azından anlayabilmek mümkün.
Hastalıklı bir ruh halinde annenin bir genç kıza hayatı yaşanılmaz kılabileceğinin en büyük örneği Nuki'dir.
Seksüel aktivitemizdeki düşlenebilir boyut ile gerçeklik arasındaki nokta kırılgan bir dengedir.
Nuki işte bu dengeyi sağlamakta zorluk çekiyor.
Geceleri belirli bir saatlerde anonym olarak chatlere girip erkeklerden kendisini boşaltmalarını istemesi, kabul görme, beğenilme, onaylanma isteklerini ancak bu yolla sağlayabileceğini sanması Nuki'nin psikolojik olarak ne denli çıkmazda olduğunun bir göstergesidir.

Psikanalizde fantazi düşüncesi son derece belirsizdir. Fantazi, dayanılmaz vahşi arzunun patlamasıdır.
Son derece dramatik olan ve sıradan realite gibi anlatılamayan bazı kabusvari gerçekleri var Nuki'nin.

Nuki'nin serüveni, geleceği hakkında karar veremeyeceği, sistem'in içinde mi dışında mı; hayatla ilişki kurmayı tayin edemeyeceği bir yaşta, erken dönem çocukluk yıllarında başlar.
Her şey annesinin Nuki'nin her eve gelişinde onu bir odaya çekip bacak arasını kontrol etmesiyle başlıyor.
Nuki ruhsal gerçekliği içerisinde bölünmüş ve ancak kendisine yabancılaşmış olarak var olabiliyor bu hayatta. Bastırdığı şeylerin geri dönüşüyle karakterde hazsızlığın dışavurumu gerçekleşiyor.
İstediğim sevgi ve ilgi değilmiş diyerek onu bu hayatta yürekten tek seven kişiyi kendinden uzaklaştırabiliyor aynı zamanda.

Nuki çocuklarına anne olmadığı andan itibaren cinsel yabancılaşmaya başlayan ve toplum içinde silikleşen bir bireye dönüşüyor ve seksüel özne olmanın yanı sıra farkına varılamayacak kadar soyutlanmış bir kişiye dönüşüyor.
Çocuklarından başka hiçbir tutunacağı dalı yok.
Nuki anlam katamadığı hayatında bir tür kendi kendini tüketme sürecine girmiştir. O da gayet bunun farkındadır.
Nuki zaman zaman kendinden ve yaşadığı hayattan iğreniyor. Kendisini aşağılık biri olarak görüyor. Engellenmişlik hissini o kadar yoğun yansıtıyor ki hayatına, aynı his yine onun kabusu oluyor.




                                        la pianiste ile ilgili görsel sonucu







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Lolita'nın kayıp hikayesi (2)

Sen beni unutamazsın

Almanya'dan Mektup Var (3)