Olmayan, özlenen ve çok geç


Babam Ramazan Bayramından bir gün önce Türkiye'den gelmişti.
Bayram günü çalıştığım için ancak iş çıkısı bayramlaşmaya gidebildim.
Daha gitmeden önce tuhaf duygular sardı beni.
Çocukluğumdan beri babamın şefkatini, merhametini ve sevgisini hep aradım.
O gün bir gün gelecek diye de hep umut ettim.
Annemin nefretinden babamın merhametine sığınmak istediğim çok günler oldu.
Eve girdiğimde babama yaranmak için yüzüme sahte bir tebessüm takındım.
Eline uzanırken, yüzüne baktım.
Yüzünde bana karşı bir tebessüm, bir sevgi pırıltısı aradım.
Aksine, elini bana uzattı ama yüzünden düşen bin parçaydı.
İçim bir hoş oldu.
Zira,diğer aile üyeleriyle konuşurken canlı ve gülümser bir şekil alırken yüzü, ben araya laf sıkıştırıp bana cevap vermek zorunda kaldığında ise yine yüzü düşmekteydi.
Her ne kadar bu durum içimi acıtsa bile babamın bir tebessümü bile beni mutlu edecekti.
Baba hoşgeldin, nasılsın dedim.
Sen nasılsın deme zahmetine girmeden sadece iyiyim dedi soğuk bir şekilde.
Neşeli neşeli Türkiye'de geçirdiği dönemleri anlatırken, bir an göz göze geldiğimizde hemen yüzünü ekşitip bakışlarını kaçırıyordu benden.
En küçük kız kardeşim Nazo başını babamın omuzuna koyup, babamın da onun saçlarını okşadığında bir an kendimi hayal ettim.
Babam beni de böyle bir gün sever miydi acaba?
Bu dünyada belki de en çok eksikliğini hissettiğim şey baba sevgisiydi.
Bütün yanılmalarım, bütün hatalarım, bütün yanlış kapılarda sevgi arayışlarım belki de hep bu yüzdendi.
Bir süre sonra benden üç yaş büyük ablam Güley girdi içeri.
Babama doğru gülücükler saçarak yöneldiğinde, babamın da aynı gülücükler yüzünde belirdiğini gördüm.
Güley babamın elini öptü, babam da onun yüzünü kendine çekti ve öptü.
Anneme yer aç manasında eliyle işaret edip ablamı yanına oturttu.
Tekrar döndü ablamın yüzünü öptü.
Ablam nasılsın baba dediğinde, iyiyim deyip o da onun halını hatırını sordu.
Heyecanlı heyecanlı köyde yaptırdığı Kamelyayı anlattı.
Adeta ben orada yokmuşum gibi davranıyordu.
Ablam babamın biricik kızıydı.
Onun yanında olmasına gerek yoktu, ismi bile geçse babamın yüzündeki gülümseme bütün etrafa yayılırdı.
Oradan kaçıp gitmek istiyordum.
O an orada yaşadıklarım o kadar yaralamıştı ki beni...
Göz yaşlarımı içime akıttım.
Dişlerimi sıktım, oturdum bir müddet daha.
Bir bahane bulup çocukları hazırladım.
Dur daha yeni geldin, nereye gidiyorsun diyen bile olmadı.
Eve gittim, çocukları yatırdıktan sonra saatlerce ağladım.
İçimin yangını bir türlü geçmedi.


Zennure'nin babasıyla olan ilişkisini üç kelimeyle özetlemek mümkün: Olmayan, özlenen ve çok geç
Zennure ile babası arasında hiç sevgi bağı olmadı.
Hep bu sevginin özlemini duydu.
Bir gün bulsa bile çok geç olmuş olacak.
Zennure'nin anne babasıyla ilişkisi hep sorunlu oldu.
Ama ne tuhaf ki, bu durumdan Zennure hep kendisini suçlu buluyordu.
Tıpkı köpekler gibi.
Köpekler de sahipleri onlara yersiz kızıp dövdüğünde sahibine kinlenmezmiş.
Zennure, çocukluğundan orta yaşına kadar yaptığı hatalardan anne ve babasının da sorumluluğu olmasına rağmen hiçbir zaman onları suçlamadı.
Hep kendini suçladı.

Baba kız ilişkisi hassas dengeler barındıran, bir kere susuldu mu konuşulması zor, kırıldığı yerden onarılması ise zor ve uzun sessizliklere gebe bir ilişkidir.
İnsan babasını sever elbet.
Yaşlandıkça da babasını görmeyi, anlamayı öğrenir.
Ama ne kadar büyüse de kızından kendisini esirgemiş, uzak durmuş bir babaya gönül koymamak mümkün olmuyor.
Kızının üstünde hakkı vardır bir babanın.
Ama hiç tanımadığı, tanımaya bile çalışmadığı kızının davranışları hakkında her zaman olumsuz düşünen baba kadar kız çocuğunun kalbini yaralayan başka bir şey yoktur.



baba kız ilişkisi ile ilgili görsel sonucu


.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Lolita'nın kayıp hikayesi (2)

Sen beni unutamazsın

Duaya nail olmak