Kayıtlar

Leblebi Tozu

Resim
 İnsanın hayatından kalan nesnel hatıralar vardır. Seni geçmişe götüren, eski günlerini kah gülerek kah üzülerek anımsamanı sağlayan bir çok hatıra barındırır her insan içinde. İşte bu nesneler olmasa belki de o günleri asla hatırlamayacaktık. Silinip gidecekti hafızamızdan. Bu nesnel hatıralardan biri de leblebi tozudur. Leblebi tozu bir çocukluk nostaljisidir. Bir bayram bütün harçlığımı leblebi tozu ve çatapata verdiğim aklıma geldi. Seksenler çocuğunun en keyifli eğlencesiydi bu ikisi. Annemin sakın yerken konuşma sözüne aldırmayıp üstüne bir de ıslık çalmaya çalışırdım. Okula yakın her mahalle bakkalında bulunurdu. Maliyeti düşük, bağımlılığı büyüktü. Aksırması tıksırması bir tarafa dursun, önlüklerimiz de kirlenirdi ama müthiş eğlenceliydi. Ağzımızı doldurup, ''Yusuf'la Mesut'' demeye çalışırdık. Ha bir de rüzgara karşı yemeye çalışırdık. Çocukluğumun vazgeçilmez eğlencesiydi. Bakkala gidip elimizdeki tüm parayı bakkala uzatıp "amca bununla ne olur"

Ahiret inancı olan saraylarda yaşamaz

Resim
  Son bir haftadır dünyada olduğu gibi Türkiye'nin de çeşitli bölgelerinden orman yangını haberleri geliyor. Paha biçilemez seviyede orman arazimiz kül oldu. Bu duruma karşı yetkililerin açıklaması ise içler acısı: ''Envanterimizde yangın söndürme uçakları yok'' Sonrada çıkıp dünyayı yöneten ülkeler arasındayız de. Saraylar yapmaya, her bakana ayrı uçak almaya bütçe var ama ama yangın söndürme uçağı almaya bütçe yok. Daha onlarca israf sayılabilecek uygulamaya bütçe var ama orman yangınlarıyla mücadeleye bütçe yok. Doğayı koruma bilinci ilkesel bir tutumdur. Dücane Cündioğlu'nun da dediği gibi dindar bilincin ise ilkesi yoktur. Doğa, sanat, bilim dindar bilincin çıkmaz alanıdır. Doğaya karşı duyarsız kalmalarına şaşırmamak lazım. Bir ulema çıkıp fetva vermeden de en alttakinden en üstekine kadar hiçbiri bu yangınlara yönelik hassasiyet göstermez. Dindar bilinç her konuda ilkesiz olduğu gibi din konusunda dahi ilkesiz davranmakta. Saraylar yapmayı itibardan israf

Hegel'in Mutsuz Bilinç Kavramı

Resim
  Hegel'e göre insana öz bilinç kazandıran şeyin önce nesneler ile daha sonra ise kendi denginde insanlarla ilişki kurmasıdır. Yani insan nesnelerle kurduğu ilişkide bilince, insanlarla kurduğu ilişkide ise öz bilince ulaşmakta. Hegel'in köle-efendi diyalektiğinden yola çıkarsak; efendi köle tarafından onaylansa bile tatmin ve mutlu olamıyor. Efendinin trajik açmazı şurada yatıyor: Kölenin korktuğu veya bağımlı olduğundan efendisini onayladığını bildiği için bunu gerçek bir onaylanma olarak görmüyor. Kısacası, insanın içindeki onaylanma isteği bir dengi tarafından karşılanırsa tatmin olmakta. İnsan karşısındaki tarafından kabul edilmek istiyor. Doyurucu bir kabul ediliş için kendi dengimizde veyahut bizden üstün insanların onayını almak isteriz. Birinin onayına muhtaç olma durumuna ise Hegel mutsuz bilinç demiş. Almanca bu duruma das unglückliche bewusst sein denir. İnsandaki kendisini eksik hissetme durumu karşısındaki kişiye karşı nefrete dönüşebiliyor. Yine Almanlar bu dur

Vurdum duymaz bir toplumuz

Resim
  Bu yazıma Türkiye'de bulunduğum yıllarda yaşadığım bir olayı anlatarak başlayacağım. Evden işe giderken kullanmak zorunda olduğum bir dört yol vardı. Sürüş istikametini düşünürsek, bu yolda tek şerit sola, tek şerit düz ve tek şerit de sağa gitmekteydi. İlk zamanlar bende sol şeride yanaşıp sola dönmek için ilerlemeyi bekliyordum. Önümde en fazla beş on araç olduğu halde onlarca dakika beklediğim olmuştu. Nedeni ise; sola tek şeritle dönme imkanı varken yan yana beş araba diziliyordu. Toplamda en fazla dört aracın yan yana sığacağı yere sağ ve düz gidenlerle birlikte yedi sekiz araba oluyordu. Trafik adeta Arap saçına dönüyordu. Albert Camus "Veba" isimli eserinde şöyle der: "Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır." Türk insanını tanımak için de bu yöntemi kullanabiliriz. Kimse ne işini seviyor ne de beraber yaşadığı insanları seviyor. Ölümler bile acayip. O

Atatürk ve Ben

Resim
  Geçmişimde beni rahatsız eden pek fazla bir şey yok diye düşünüyorum. Ancak sadece bir şey için kendi kendime kızdığım oluyor. O da şudur ki; Atatürk'e karşı önyargılı olduğum yıllar. Hele hele bugünün Türkiye'sinden baktığım zaman geçmişimin bu dönemi için gerçekten çok hayıflanıyorum. İnsan ideolojik saplantılarından kurtulduğu an, düşüncesi gelişiyor ve değişiyor. Kırk yıldır aynı düşüncedeyim gibi sözler sadece ve sadece aptalların savunacağı bir şeydir. Türk insanı akıl ile inanç arasında sıkışıp kalmış. Bu bir logos - mitos savaşı. Atatürk'ün en büyük derdi bu milletten logosçu bir toplum yaratmaktı. Çökmüş bir imparatorluktan yeni bir ulus devleti yaratırken neden bu kadar sert geçişler yaptığını anlayamıyordum. Bugün ise bu sert denilen geçişlerin bile yetersiz olduğunu görebiliyorum. Kim ne derse desin, Kemalizm bir aydınlanma hareketidir. Peki ya, hal böyleyken Atatürkçü düşünce neden toplumun genelinde karşılık bulmadı? Kimse inkar etmesin; İslam'i kesimde

İhsan Şenocak ve Tatlı Su Müslümanları

Resim
  İhsan Şenocak'ın voleybolcu kızlar hakkında attığı twitlere sosyal medyada verilen tepkilere bakınca şunu bir kez daha iyi anladım: Her konuda olduğu gibi din konusunda da ikiyüzlü bir toplumuz. Seküler bilincin din konusunda anlamadığı şey şu: Din denen olgu (hele ki İslam dini) salt iman ve inançtan oluşmuyor. İslam dini yaşadığımız hayatı da şekillendiriyor. Laik biri, ben içkimi de içerim Cuma namazına da giderim dediği zaman dindar bilinç de bunu anlamıyor. İslam dini Hristiyan gibi değil. İsa, bana inanın ve iman edin gerisi beni ilgilendirmez, Sezar'ın hakkı Sezar'a, Allah'ın hakkı Allah'a demişti. Ama senin mensubu olduğun din öyle demiyor. Bütün yaşantını ben belirlerim diyor. Yaşar Nuri Öztürk ve onun gibi bazıları ülkemizdeki tatlı su Müslümanlarına adeta can simidi oldu. İslam dini ile bu toplumun yüzleşmesi noktasında büyük bir engel oluşturdular. İhsan Şenocak'ın yazdıklarında İslam dinine uymayan tek bir cümlesi yok. Veya Cüppeli'nin, veya

Gurbetçi nefreti

Resim
  Twitter'e bakınca, bir takım kişiler Türkiye'de ki kötü gidişatın sorumlusunu bulmuş: Gurbetçiler! Gurbetçiler bütün olup bitenin müsebbibi kabul edilip, şamar oğlanı muamelesi yapılıyor. Türkiye'ye yüzeysel bakıp, olup biteni göremeyen derinlemesine analiz edemeyen bazı embesiller yüzünden bütün Gurbetçilere yönelik abartılı bir nefret gözlemlemekteyim. Üç beş kişiye mikrofon tutup, onların salakça yorumlarını abartıp bütün gurbetçilere yönelik genellemenin ahlaklı bir yanı yok bana göre. Aslında Türkiye'deki linç kültürünü düşündükçe çok da şaşırmıyorum. Türkiye'deki gizli zenofobyanın dışa vurumudur adeta bu düşmanlık. Bir defa şunu kafanıza sokun; son model Mercedes'iyle iktidar güzellemesi yapan tipler dahi sizin kötü gidişatınızdan sorumlu değil. Türkiye'yi birileri yaktıysa, bu kesinlikle Almanya kökenli Türkler değil. Almanya'daki Türkler oy kullandı diye AKP iktidar olmadı! Sorumluluğu başkasına huyundan vazgeçin.  Hayatınızın kötü gitmesinin